Agoria: ‘Ne kadar çok paylaşırsanız, sizinle çalışacak ve yeni şeyler öneren insanlarla o kadar çok tanışırsınız’
Müzikal yaratıcılığını çağdaş sanatın çeşitli formlarından esinlenerek her daim geliştirmeyi başaran Agoria ile 10 Kasım Klein Phönix performansı öncesi sohbet etme fırsatı yakaladık
Telegram kanalımıza abone olarak en güncel içeriklerden ve ayrıcalıklardan haberdar olun.
Drift tarzını dünyaya tanıttınız, bu türün felsefesi ve günümüz müzik dünyasındaki önemi hakkında daha derinlemesine bilgi verebilir misiniz?
Tabii ki, elektronik müzikte üretimlerimi paylaşıp sahnelerde çalmaya başlamamın üzerinden belki de 25-30 yıl geçti. Bu süreçte çok çeşitli tarzlarda çalışmalar yaptım; bazen techno’dan minimale, bazen de house müziğe kadar uzandım. Çünkü meraklı biriyim ve her türde, her stilin kendi içinde ilgi çekici olabileceğine inanıyorum. Çoğu zaman pazarlama, iletişim ya da klişeler yüzünden insanlar sizin bir tarza yapışmanızı bekliyorlar. Yani, "Agoria derin bir sanatçıdır ve başka bir şey olamaz" diyorlar. Ama bana göre bir sanatçı olarak sürekli aynı şeyleri tekrar etmek sadece sıkıcı değil, aynı zamanda yaratıcılığı köreltme riski de taşıyor.
Bence drift tarzı, bu duruma bir yanıttı. Kendi stilinizin ya da türünüzün dışına çıkmayı ve buna açık olmayı, korkmamayı vurgulayan bir yaklaşımdı. Dürüst olmak gerekirse, korkuya dayalı kararlar almak pek yapıcı değil. Müziği özgürce düşünmek, açık fikirli olmak ve sezgilere güvenmek, bana göre bir türe ya da pazarlama planına sıkı sıkıya bağlı kalmaktan çok daha anlamlı. Sonuçta, bugünlerde iş çoğunlukla müzikten çok ticaretle ilgili. Yani drift, "Bu noktadan şu noktaya geçebilir ve bundan keyif alabilirsiniz" demekti. Aslında çekingen olanlar bile pozisyonunuzu anladığında sizi savunabilirler. Eğer yaptığınız işte tat ve otantiklik varsa, insanlar bunu hissedecektir. Bu, bir vizyon meselesi değil, sadece kendinizle otantik olup olmadığınızdır. Aynı tarzda ve alanda tekrarlayan müzik yapmak istiyorsanız ve bu sizin kişiliğinizi yansıtıyorsa, sorun yok. Ama benim özelimde konuşmak gerekirse, hep aynı şeyleri yapmaktan sıkıldım. Drift felsefesi bu idi. O zamanlar şöyle diyordum, "Bu, suçlu zevklerinizle en entelektüel tatlarınızın arasında bir yere konumlanmak gibi." Yani mesele, bir denge meselesi.
Açıklama için teşekkürler. Çalışmalarınız yalnızca müzik prodüksiyonunu değil, aynı zamanda çağdaş sanat, moda, yapay zeka ve şiir gibi alanları da kapsıyor. Bu diğer ilgi alanları müziğinizi nasıl etkiliyor?
Hepsi müzikle bağlantılı olmak zorunda değil aslında. Kendimi bir sanatçı olarak görüyorum. Bu, müzik alanında rahatlık bölgemden çıkma arzumdan önce gelen bir şeydi. Ama aynı zamanda bir sanatçı olarak, diğer alanlara dokunmak bana cazip geliyordu. Babam bir mimar, annem bir opera şarkıcısıydı. Yani hayatım boyunca sanatçılar ve yaratıcı insanlarla çevrili oldum. Elbette müzik çalışmalarımla daha çok tanınıyorum ama son üç yıldır dijital sanat yaratmak ve son on yıldır çağdaş sanatçılarla iş birliği yapmak, öncelikle olağanüstü buluşlar ve projeler üzerine düşünce üretmek açısından zihin açıcı oldu. Aynı zamanda tazelenmek için de harika bir yol. Çünkü müzik endüstrisinde artık sorular daha çok "Nasıl iletişim kurarım?", "Ne paylaşırım?", "Nasıl algılanır?", "Nasıl beğeni ve etkileşim alırım?" gibi söylemler etrafında dönüyor. Bence bu, sanatçıların son düşünmesi gereken şey. Sanatçılardan beklenen, müziği en otantik haliyle yaratmak ve bu uzun elektronik müzik tarihine katkıda bulunmaktır. Ama günümüzde durum daha çok lineup’a girmek ve dolayısıyla ücret almak üzerine şekilleniyor. Bu, benim içinde olmak istediğim bir döngü değil. Yeteneksizlik olduğunu söylemiyorum, sadece sanatçıların başlangıçta sorması gereken temel soruların bu olmadığını düşünüyorum. Bu yüzden, zihinsel dengem ve sağlığım için diğer alanlara dokunmak istedim. Her gün aynı şeyler hakkında konuşamam. Biyo fizikçilerle, biyologlarla, filozoflarla projeler başlattım. Bu tartışmalardan çok şey öğrendim ve tartışmalar beni çok heyecanlandırdı. Kendimi bu insanlarla, sezgilerim ve hedeflerimle besledim ve bu sayede önümüzdeki yıl harika olacak. Paris'teki bir kurumda büyük bir enstalasyon yapacağım için çok onurlandırılmış hissediyorum. İnsanlar genellikle "Müzisyensen fotoğrafçı olamazsın, fotoğrafçıysan oyuncu olamazsın, oyuncuysan yönetmen olamazsın" derler. Çoğu insan için bu çok sıkıcı. Kategorileri değiştirdiğinizde sizi ciddiye almazlar. Bence tüm bu kategoriler ayrımı artık tamamen geçmişte kalmış durumda.
Bir resme, bir fotoğrafa baktığımızda veya bir film izlediğimizde, bunu kimin yaptığını düşünmememiz gerektiğine inanıyorum. Benim için önemli olan, bu eserin bana bir duygu hissettirip hissettirmediği, ona bir bağlılık veya sevgi duyup duymadığım veya bana düşündürüp düşündürmediğidir. Aynısı müzik için de geçerli! Sanatçının hikayesini öğrenmek benim için pek de önemli değil, asıl mesele eserin kendisiyle bir bağ kurup kurmaması. Son birkaç yılda belki müzikten bile daha çok, sanat projeleri üzerinde çalıştım. Web3 ekosistemiyle ya da dijital sanatla ne kadar tanıdıksınız bilmiyorum ama fiziksel ve dijital platformlarda birçok kez ilgili yenilikçi çalışmalarımı sundum ve tabii ki dünya çapında sergilerde de yer aldım. Şimdi insanlar bana "Müzisyen olduğunuzu bilmiyorduk," diyorlar ve bu bir anlamda harika çünkü çalışmalarıma sahip olan insanlar, sanat yapmadan önceki hayatımı keşfediyorlar ve bu bana çok keyif veriyor. Bu yüzden şimdi koleksiyonerlerimi partilere davet ediyorum ve onlar da başka bir dünyayı keşfediyor. Müzikle ilgili adım adım ilerlediğimde, onları daha çağdaş bir sanat alanına taşıyacağımı düşünüyorum. Ve bence hepsi birbiriyle bağlantılı.
"Go First", "Lucky" ve "The Madness Express" gibi filmler için hazırladığınız soundtrack’ler diskografinizde öne çıkıyor. Normal albümlerinizle kıyaslandığında film müzikleri yaratma süreci sizin için ne kadar farklıydı?
Aslında bu yaz başka bir soundtrack daha yaptım. 10 kadar film için soundtrack yaptığımı hatırlıyorum. Her seferinde farklı, çünkü yönetmenin felsefesine ve fikirlerine uymak zorundasınız. Her defasında yeni bir hikaye gibi. Her yönetmenin kendine özgü çok hassas olduğu noktalar vardır ama ne istediklerinin de tam bilincindedirler. Kimileri benden öneri istiyor. Bu hafta Canal+ için bir film yaptım ve bu küçük filmde oyunculuk yaptım, müziğini yaptım ve yönetmen sahneyi çekmeden önce müzik hazırdı bile. Yani her seferinde çok farklı oluyor. Ama kesin olan bir ortak nokta var, müziğinizin anlatıya hizmet etmesi gerektiğinden egonuzu bir kenara bırakmanız gerekiyor, müziğiniz çok daha fazlası. Bu, müziği dinlemememiz gerektiği anlamına gelmiyor, melodilere ihtiyacımız olmadığı anlamına gelmiyor, sadece bazen bir sahnenin fikrine sahip olsanız bile, filmin tam resmine, yönetmenin tam niyetinin ne olduğunu bilmeye ihtiyacınız oluyor.
Kendi müziğinizi yaptığınızda ise hikaye sizin kendi ilhamınız. Bu film müziklerindeki gibi bazı sınırlamalar gerektirmiyor. Bu yüzden film müzikleri yapmak çok daha zor. Çok daha teknik bir iş. Bu nedenle çok fazla yapmıyorum. Sadece, yaptığınız çalışmanın değerini bilen ve hisseden yönetmenlerle çalışıyorum. Çoğu zaman kabul etme nedenim, yönetmenle duygusal bir bağımın olması ve birlikte bir şeyler inşa ediyor olmamız. Yaptığım her projede, 17 Kasım'da çıkaracağım "Teardrop" isimli yeni teklim, ya da Rami Khalife adında muhteşem bir Lübnanlı piyanistle ve Noemie'nin harika sesiyle yaptığım "Don't Stop The Music" parçası gibi. Bu ekip muhteşem. Her birlikte çalıştığımızda, kozmik bir şeyler olduğunu düşünüyorum. Yani yaratıcılarla, yönetmenlerle, sanatçılarla, müzisyenlerle olan bu bağlarım, her şeye değer. Örneğin bir parça hak ettiği başarıyı elde etmese bile sorun değil. Arkadaşlarımla yaratma süreci içinde olmak ve yapmaktan mutlu olduğum şeyi gerçekleştirmek çok değerli.
Sónar ve NASA’nın 2018 yılında Sónar’ın 25. yıl kutlamaları kapsamında uzaya müzik gönderme kampanyasına katkıda bulunanlardan biri oldunuz. Müziğinizin uzaya iletildiğini bilmek nasıl bir his?
Ödevinizi iyi çalışmışsınız. Vay canına. Açıkçası hâlâ uzaylılardan bir cevap bekliyorum… Ama şimdiye kadar hiçbir cevap alamadım. Şaka bir yana, bence bu akıl almaz bir deneyimdi. Sandbox’ta bir meta evren yayınladım ve oyuna bunu da dahil ettim. Oyunun bir bölümünde aslında bir düğmeye basıyorsunuz ve sonra uzaylıların size gelip cevabı verdiklerini görüyorsunuz. Ve bu da bu konudaki cevabım. Bence bu tamamen çılgınca ve gerçek dışı geliyor çünkü ben de kişisel olarak çok agnostiğim. Ve bu çılgınca olasılıklara sahip olma şansını çok takdir ediyorum.
Bence uzaya bir parça göndermek bir işaret. Sanırım o zamanlar, yapay zekâ ile çalıştığım ilk zamandı, çünkü uzaylıların bize cevap vermesi gerektiğini düşünüyordum. Bu benim sesimle olamazdı. Bir şarkıcıyla olamazdı. Bir metin olamazdı. 0 ve 1’lerden oluşan bir kod olmalıydı. Ve kodu o zaman grafik kartımızla yaptık. O zaman bir projeyi yapmak için yapay zekâ ile haşır neşir olduğum ilk zamandı. Sonrasında yapay zekânın bize konuşabileceği veya bize konuşmayı başarabileceği bir şey elde ettik diyebileceğimiz bir şey ortaya çıktı. Evet, yapay zekâyı kullandığım ilk zaman o zamandı.
Pek çok tür ve tarzla deneyler yaptınız, keşfetmeye hevesli olduğunuz başka müzikal sınırlar var mı?
Birçok insan bundan korksa da, yapay zekânın sunduğu olanaklarından çok heyecan duyuyorum. Dürüst olmak gerekirse korkmak için nedenleri de yok değil. Endişelenmek için nedenleri var. Ama sadece bu konuyu sanatsal yaratıcılık yönünden ele alırsak, bence bu harika bir şey. Eğer internet siteme girerseniz, 3 veya 4 yıl önce Ela Minus ile yaptığım şarkı “What if the dead dream” için yaptığım bir medya oynatıcıyı göreceksiniz, oynatıcıya her bastığınızda, benim de bilmediğim yeni bir şarkı versiyonu dinleyebiliyorsunuz. Her deneme, her şarkı bir sonraki şarkıdan ve öncekinden farklı. Şarkı her çaldığınızda tamamen farklı ve bence bu aynı şarkıyı dinlemeyen bir arkadaşınıza bir şarkıdan nasıl bahsedebileceğiniz konusunda birçok şeyi sorgulama fırsatı sunuyor.
Bunu daha önce deneme fırsatınız olmadıysa mutlaka denemelisiniz. Çok çok eğlenceli.
Ama bugün “Yapay zekâ sanatçıları değiştirecek” diyen azımsanmayacak çoğunlukta da bir kesim de var. Ama asla böyle bir şey olmayacak. Bana göre bu sadece bir araç, yazılım gibi. “Elektronik müzik müzik değil, ve müziği öldürecek” diyenler vardı geçmişte, hiç de öyle olmadı. Bence birçok noktada yardımcı oldu. Hâlâ öncülerimiz var, hâlâ gitaristlerimiz var, hâlâ şarkıcılarımız var ve onlara ihtiyacımız var. Ve bu insanlar şimdi teknolojiyi kucaklayarak daha iyi şarkılar yapmak için üretimlerine devam ediyor.
Dürüst olmak gerekirse, yapay zekâ bir resmi kopyalamaya çalışan biri gibi. Yani bir sahtekâr gibi. Sadece var olan bir şeyi mükemmel bir şekilde kopyalayan biri, ama içinde bir ruh barındırmayan. Yani yapay zekânın arkasında her zaman onunla çalışan bir insan var. Birçok şeyin daha hızlı gitmesine, belki de düşünmesine, belki de filtrelenmesine yardımcı olacak. Bazen yapay zekâyı bir ilham kaynağı olarak ve fikirlerimi filtrelemek için de kullanıyorum, daha odaklanmış olmam konusunda bana çok yardımcı oldu. Ben açıkçası korkmuyorum. Olabildiğince kullanıyorum, ama dediğim gibi, her zaman insan öncelikli ve yapay zekâyı yapay zekâ olarak değil, daha ziyade artırılmış zekâ olarak görmelisiniz. Bence yapay zekâ kelimesi de doğru değil. Algoritmik zekâ veya artırılmış zekâ. Şu anda sanatçılar için endişelenecek bir şey yok.
Bu yaz yeni sanat seriniz Bohem-IA’yı sergilediniz. Seyircilerin tepkisi nasıl oldu? “One Life Two Bodies” serisinin bir devamı mı yoksa ayrı bir girişim mi?
Bohem-IA beni çok heyecanlandıran bir proje oldu. Çünkü Scorpios için yapılmıştı ve Yunanistan’daki Scorpios’u çok seviyorum. Orayı seviyorum. Orada çalışan insanları seviyorum, sahibini seviyorum, Blanka’yı seviyorum, orada tanıştığım tüm insanları seviyorum. Gerçekten yakın bir aile gibi oldular. Bu yüzden onlarla bir dijital sanat projesi üzerinde çalışma talebi aldığımda çok mutlu oldum. Bu proje esasında Scorpios çevresindeki ekosistemi, Bohem yaşam tarzını sorgulamak üzerineydi. Çalışmalar beş dakika gibi kısa sürede tükendiği için güzel karşılandı, inanılmazdı. İnsanların sanatsal çalışmaları toplamak için bu kadar hızlı hareket ettiğini görmek bende mutlu bir şaşkınlık hissi yaratıyor.
Yaklaşık 25 yıldır elektronik müzik sahnesinin öncülerinden olan biri olarak, endüstride kendi stillerini bulmaya çalışan yeni sanatçılara ne gibi tavsiyelerde bulunursunuz?
İletişim ve pazarlama hakkında daha az düşünün, iz bırakacak şekilde nasıl çalışacağınıza daha çok kafa yorun. Çünkü iletişim ve pazarlama belki 2, 3, 4 veya 5 yıl işe yarayabilir. Bence iki tür sanatçı var. Biri, bunu öncelikle bir iş olarak gören sanatçı kesimi. Yani iletişim şekillerini ve nasıl giyeceklerini, hangi markaları, hangi iş birliklerini ve benzeri şeyleri çok fazla düşünenler. Ve diğerleri de stüdyoda yıllarca derinlemesine hissettikleri şeyleri üretimleriyle ifade etmek için mücadele edenler. Gayet tabii bazı sanatçılar her ikisini de yapabilir. Ama zaman açısından, hem müzik yapmak hem de durmadan iletişim kurmak çok zor. Neredeyse imkansız.
Kendinize sadık kalın. Kimsenin kararını yargılayamam ve yargılamak da istemem ama kişisel olarak bir müzik çalışması dinlediğimde, kişinin müziği kendisinin mi yaptığını, yoksa bir ghost figür veya başka birini mi müziğini yapması için kullandığını ilk saniyede anlayabiliyorum. Kendinize sadık kalın, stüdyoda zaman geçirin, mümkün olduğunca çok sanatçıyla iş birliği yapın. Bence bu da gerçek bir tavsiye. Kullandığınız yöntem ve araçlarınızı paylaşmaktan korkmayın. Ne kadar çok paylaşırsanız, aslında tepki verecek ve sizinle çalışacak ve yeni şeyler öneren insanlarla da o kadar çok tanışırsınız. Bir sanatçıyla her çalıştığımda çok fazla şey öğrendim. Benim tavsiyem bu olurdu.
Klein Phönix’teki şovunuz için heyecan giderek artıyor. İstanbul’daki hayranlarınıza vermek istediğiniz özel bir not veya bir selam var mı?
İstanbul’da sahne aldığım her defasında kalabalığın enerjisini hissettim. Sahnenin dinamiği ve canlılığı müthişti. Bu yüzden kalabalığın size destek verdiğini hissettiğinizde, bu her zaman sizi büyülüyor. Kalabalığın sadece tepki göstermesini değil, destek vermesini seviyorum. Elbette tepki gösteren bir kalabalıkla da iletişim kurabilirsiniz. Ama bazı kalabalıklar var ki, sizinle aynı yolda olduklarını ve aynı ritmi yakaladıklarını biliyorsunuz. Türkiye’de birçok kez deneyimlediğim bu durumu seviyorum ve bunu benimsemek ve öteye taşımak için kendimi özgür hissediyorum. Çünkü en iyi setler, her zaman belli parçalara verilen tepki ve sonraki yönü belirleyen uyumla iç içe olan setlerdir.
༺༻
Agoria, 10 Kasım Cuma günü Klein Phönix'te sahnede olacak. Doruk, Görkem Çay ve Nortenstein'in de performans sergileyeceği etkinliğin biletleri için aşağıdaki linki takip edebilirsiniz.
Agoria'nın öne çıkan müzik çalışmalarını dinleyin.