Berlin ve Sebepleri: Nicolas Bougaïeff
Sürtüşmeler, istikrar ve döngüler
Bugüne kadar birbirinden farklı kültürlere, dünyanın seyrini değiştirmiş tarihsel olaylara, radikal değişikliklere ev sahipliği yapan bir şehir: Berlin. Tarihindeki dramatik olayları, sanatsal üretimlerle dışa vuran, müziğin asla durmadığı bir şehir. Peki ya Berlin’i bulunduğu konuma getiren şey nedir? Sanatçıları bünyesinde toplayabilmesinin, bunca çeşitliliği taşıyabilmesinin sebepleri nelerdir? Berlin’de herkes için bir yer var mıdır? İşte bütün bu soruların cevaplarını üretimlerine hayranlıkla baktığımız, Berlin’de yaşayan müzisyenler ile konuştuk. Bu seride bizi ağırlayan bir diğer sanatçı Nicolas Bougaïeff.
Yaklaşık 10 sene önce Berlin’e taşınan Kanadalı prodüktör Nicolas Bougaïeff MUTEK, Norberg, Sónar gibi festivallerde yer almasının yanısıra Huddersfield Üniversitesi’nde Minimal Tekno üzerine doktorasını da tamamlamış. Denkfabrik ve Max Cooper’ın plak şirketi Mesh’ten de parçalarını yayınlayan prodüktör, Berlin’in gelişimini çeşitli tarihsel süreçlerin örtüşmesine bağlıyor.
Berlin’in bu güne kadar gelenek dışı insanlar ve hayat tarzları için cennet niteliğinde olduğunu, aynı zamanda duvarın yıkılmasının ardından kullanım dışı kalan sanayi bölgelerinin bu insanlar tarafından değerlendirildiğini ve bu şekilde yer altı müziğin ve aynı zamanda sanatın gelişmesi için bir olanak olduğunu söylüyor Bougaïeff. Tresor isimli gece kulübünün bunun için klasik bir örnek niteliği taşıdığını öne çıkaran müzisyene 10 senede gözlemlediği değişimleri soruyoruz.
Şehirde geçirdiği süre boyunca çok fazla şey öğrendiğini belirten prodüktör, her ne kadar zaman içerisinde tarzlar ve müzikteki tempolar konusunda değişimler gördüğünü söylese de, aynı zamanda bunun bir döngüsü olduğunu zaten tekno müziğin de çeşitli döngülerden oluştuğunu gülümseyerek belirtiyor. Berlin’in Kanarya Adaları, Barselona veya Milano olmadığını ekleyen prodüktörün Temmuz 2019’da NovaMute etiketiyle yayınlanacak On The Grid çalışmasının haberini de aldığımız röportaj bizi günümüz gelişmelerin kökenlerine götürüyor.
Nicolas'ı basitliği en güçlü şekilde kullanarak yaptığı eşsiz prodüksiyonlarıyla tanıyoruz. Çağdaş klasik ve elektroakustik müzik deneyimleriniz şimdilerdeki üretimlerinizi nasıl etkiliyor?
Elektronik müzik üretirken her zaman parçaların kapsayıcı yapısı ile ilgili bir fikir oluyor aklımda. Çoğunlukla, parçanın daha diğer sesleri ortaya çıkmadan ilk unsuru belli olmuş oluyor. Tüm parçayı temiz bir fikir haline getirip, daha sonra detaylandırıyorum. Bu klasik müzik çalışmalarında da çok keyif aldığım bir şeydi. Montreal'de öğrenciyken Montreal Senfoni Orkestrası Stravinsky'nin, kareografisi Marie Chouinard tarafından hazırlanan Rite of Spring performansını izlemiştim. Bir yıl boyunca okulda Rita of Spring üzerinde çalıştım ve James Tenney ve tabii ki Steve Reich'in çalışmalarındaki yapılardan da büyük ölçüde etkilendim.
Elektroakustik müzikten öğrendiğim en önemli şey ise "indirgenmiş dinleme" olarak adlandırılan bir konsept. Bu, mastering mühendislerinin "müziği değil, sesi dinlemek" olarak anlattıklarına eşdeğer bir şey. Müziği dinlerken farklı parametreleri kesinlikle değiştiriyor oluyorum: spektrum, profil, ritim, ahenk. Tekniksel bir dinlemeye dönüşebilecek bir durum olsa da aslında tüm seslerin müzikal potansiyellerini John Cage misali keşfetmekle ilgili.
Setlerde doğru parçaları seçmenin kilit noktası nedir?
Hem beni, hem de dans pistindekileri heyecanlandıracak parçaları bulmaya çalışıyorum. Bulduğumda ise sihir gerçekleşiyor.
Size göre vahşiliğin tanımı nedir?
Vahşi (brutal) sesler zihnin sınırlarını zorlayan dans pisti deneyimleri yaratırken kullanılan çok sayıda araçtan sadece bir tanesi. Bana göre yoğun zıt sesler, içsel özgürlüğü sağlayabilmek için dinleyeni kendine bağlayan ve tekrar eden sesler ile birlikte oldukça gerekli.
Şarkılarınızdaki ses deformasyonlarını bir filmle eşleştirseydiniz, bu hangi film olurdu?
Darren Aronofsky ve Alex Garland'den her şey.
Aynı zamanda Itaru Yasuda ile canlı bir görsel-işitsel gösteri üzerinde çalışıyorsunuz. Projeden biraz bahseder misiniz?
Itaru ile birlikte bir görsel-işitsel gösteri üzerinde geçtiğimiz iki senedir çalışıyoruz. Gösterinin ilk gösterimi Sırbistan Belgrad'da yapıldı ve son zamanlarda Fabric Londra'da da bir performans sergiledik. Gösteri birçok bilim kurgu romanından esinlenerek yaratıldı; müzikler paranoyak distopya ile uzak gelecekteki insanlık sonrası yaşam arasında gidip gelen ses dalgalarının oluşturduğu portreleri keşfediyor. Görseller ise sesler ile saf optik etkiler yaratmak için birlikte hareket ediyor. Bu ,elektronik dizilimlerin duygular üzerinde yoğun bir etki yaratmak için bir araya geldiği ve birbirleri ile bağlantılı görsel-işitsel bir deneyim ile sonuçlanan disiplinli bir yaklaşım.
Ses ve görsellerin kusursuz birleşimine eş değer başka bir ikili düşünebiliyor musunuz?
Televizyondaki çalışmalarını izleyerek büyüdüğüm Kanadalı animasyon sanatçısı Norman McLaren'den oldukça ilham aldığımızı söyleyebilirim. Doğrudan analog filmlerin üzerine çizimler yaparak müzik besteleyen bir sanatçıydı. Aslında 40'lı ve 50'li yıllarda kullanılan bir yöntem olmasına rağmen henüz pek eskimiş gibi görünmüyor, gerçekten inanılmaz.
Mayıs'ın son günlerinde Marcus C. Maichel ile ortak çalışmanız Projections'ı Denkfabrik etiketi ile piyasaya çıkardınız. Düşük bpm teknonun potansiyellerine doğru çıkılan bu arayışın arkasındaki motivasyon nedir?
Markus ile parçaları yaptığım zamanlarda, Private Agenda ismini verdiğim iki senelik yoğun bir synth pop projesini bitirmek üzereydim. O zamanlar, görece yavaş bpm'lerde new wave ve house parçalar yapıyorduk. Projections kısaçaları (EP) bir süredir yaptığım ilk tekno çalışmaydı, bu yüzden düşük bpm'ler ile iki müzikal dünya arasında köprü olmak bana doğru şeyi yaptığımı hissettirdi.
Peki ya Berlin'e ne zaman taşındınız?
2008'de, neredeyse 10 sene önce.
Neden Berlin?
Çünkü kulüp müziği ve tekno'da tamamen kendime yatırım yapabileceğim dünyadaki en iyi yer olarak görünüyordu.
Sizce neden Berlin'de böyle bir elektronik müzik sahnesi var?
Bu farklı tarihsel koşulların bir üst üste binmesi durumu. Anladığım kadarıyla, Berlin tarihsel olarak hep farklı insanların ve kalıp dışı hayatların cenneti oldu. Geçen yüzyıla gittiğimizde bile özellikle 80'lerde Berlin duvarı yıkıldığında kullanılmayan birçok yeni yer ortaya çıktı ve o zamanlar bugün bildiğimiz birçok kulüp ilk oralarda yer aldı. Tresor bunun klasik bir örneği. Berlin’in tarihsel olarak farklı arayışlara sahip sanatçı ve kalıp dışı yaşam tarzlarının merkezi konumunda olması, 80'ler ve 90'larda sıkı denetlenen ya da pahalı olan mekanların aksine underground müziğin ihtiyaç duyduğu underground mekanlara sahip olması. Birçok şehirde buralar kapatıldı ya da gelişme fırsatı bulamadı. Ancak öyle görünüyor ki underground müziğin gelişmesi için bütün uygun şartlar burada Berlin’de vardı.
Underground müzik nasıl evriliyor? 10 yıl önce nasıldı ve şu anki durumu hakkında ne düşünüyorsunuz?
10 yıl önce buraya geldiğimde kulüp ve underground müzik hakkında bir şeyler bildiğimi sanıyordum. Hiçbir şey bilmiyormuşum... Bir süre boyunca şok içinde manzarayı izledim. O yıllarda çok fazla üretim yapmadım çünkü tarzlar hakkında o kadar az şey bilmem suratıma sert bir yumruk gibi çarpmıştı. Berlin biraz kendine içine kapalı, karışık bir şehir. Sonra şehrin yapısı yenilenmeye başladı.
Ama aynı zamanda diğer yerlere göre burada hala bu yaşam tarzlarının etkileri devam ediyor. Çok sayıda kulüp, çok sayıda etkinlik var. İnsan burada büyüyor, buraya taşınıyor ve kendilerini underground müziğe adıyor. Bugün bile kulüpler ve plak şirketleri inanılmaz zengin bir ağa sahipler ve gerçekten bu müziğe çok büyük bir tutku ile bağlılar.
Değişen şeylerden bir tanesi müzik tarzı tabii ki. 2008 gibi daha minimal müzik ön plandayken şuan biraz ölmüş durumda.Ben 90’lardaki daha hızlı ve daha endüstriyel tarza daha düşkünüm.
Berlin teknosundaki mekanik seslerin fazlalığı hakkında ne düşünüyorsunuz?
Sanırım bu çevrenin bir yansıması. Burası karanlık gri ve yıpratıcı bir şehir. Benim için cazibesi de burada. Burada gerçekten rahat hissediyorum. Burada büyük bir istikrar var. Belki de en doğru kelime budur. Sert görünen ama müziğin gelişimini katkı sağlamış kulüplerin ise hepsi endüstriyel. Yeni açılmış büyük bir mekan, var olan bir bar ya da underground bir kulüp olması fark etmez, muhtemelen yerlerde kırık cam parçaları göreceksiniz. Bu yüzden bence müzik mekanın hislerini yansıtıyor.
Tekno partilerindeki uyuşturucu kullanımı hakkında ne düşünüyorsunuz?
Bence farklı maddeler kullanarak bir anı kutlama ya da birliktelik anlarından keyif alma durumu binlerce yıllık bir geleneğe dayanıyor. Bugünlerde alkol en yaygın kullanılan maddelerden biri. Farklı kültürler, farklı zamanlarda bazı maddeleri kucaklayıp, bazılarını da reddedebilirler; bu bazen alkol olabilir, bazen tütün, bazen de başka şeyler. Farklı maddelerin sosyal uyumu yaratırken oynadığı farklı rolleri inceleyen ilgi çekici bir sosyoloji kitabı okumuştum. Bu maddelerden birini reddettiğimizde bu durum bizi bir grup haline getirirken ve bir maddeyi kullandığımızda da bu bizi bir gruba dahil edebiliyor. Bu yüzden, bir grup insandan diğer gruba farklılık gösterebilen bir şey. Birçok farklı müzik tarzında da görebilirsiniz.
[Not: Röportajdaki görüşler sanatçıya ait olup, Mixmag Türkiye ekibinin görüşlerini olumlu ya da olumsuz anlamda temsil etmemektedir.]
Spotify '#Turkuaz' çalma listemizi takip edin.