Burning Man: Anti-Tüketim Felsefesinin Tükenmesi
Kendini sahip olduğu metalar üzerinden sunan gösterişçi tüketim toplumunun rağbet ettiği Burning Man popüler kültürün üretildiği ve tüketildiği bir marka haline geldi
Burning Man’in sunduğu alternatif yaşam tarzı ve ilkel atmosfer her ne kadar anti-tüketim felsefesiyle yola çıksa da yıllar geçtikçe festivalin hitap ettiği niş kitlenin yerini çok daha farklı değerlere sahip olan geniş bir kitle almaya başladı. Hayatının geri kalanında modern ve büyük ölçüde kentsel bir varoluş içinde yaşayan, her gün çok fazla doğal kaynak tüketen, birikim ve tüketim kültürünün hakim olduğu bir dünyadan gelen ‘sıra dışı’ insanlar…
Festivalin bohem köklerine ait fotoğraf, belgesel gibi arşiv materyallerine bakıldığında katılımcılar tarafından daha sade ve gösterişsiz bir hayat tarzının benimsendiği göze çarpıyor. Bir önceki bölümde de bahsedilen maceracı, özgür ruhlu ve sanatçılardan oluşan yerli ‘hippi’ grupları için komün kamp yaşamı günlük hayatın bir parçası. Festivalin ilk yıllarından beri katılım gösteren kişilerle yapılan röportajlarda bahsedilenlere göre müzik ve sanatın etrafında şekillenen ilişkilerin uzun soluklu, birlik ve dayanışmanın daha gerçekçi olduğu zamanlar artık eskide kalmış, halkın gelmesiyle birlikte enerji bozulmaya başlamış. Bu noktada bir ‘hippi festivali’ olmaktan çıkan Burning Man’de bazı uygulamalar evrimleşmiş, tam tersi bir kültür inşa edilmeye başlanmış.
Festivallerin kültürel ürün ve hizmetlerin, bölgeye ve festivale özgü çok geniş bir ürün yelpazesinin tüketimini artırdığı bir gerçek. Katılımcıların festival öncesinde yaptıkları harcamalara bakılırsa yıllar içinde değişen kitlenin Burning Man’in anti-tüketim felsefesine tam tersi bir anlayışı benimsediği açıkça görülüyor.
CNBC’nin tahminine göre 2016’da ulaşım, gıda, kamp ücretleri, kıyafet ve hediyeler dahil toplam harcama maliyetleri 20,000 dolara kadar varabilmekte. Money dergisinin yaptığı araştırmaya göre ortalama katılım maliyeti 2017’de 2,348 dolar. Sahiplendiği ‘dahil etme’ prensibiyle kitlesini çeşitlendirmeyi amaçlayan Burning Man bu rakamlara bakılırsa öncelikli olarak kısa süreliğine hatırı sayılır bir miktarı gözden çıkartabilecek kişilerin katılım gösterebildiği bir festival haline gelmiş durumda. Son yıllarda yapılan eleştiriler festivalin ‘parazit sınıfı’ olarak adlandırılan Silikon Vadisi, Hollywood ve farklı ülkelerden katılım gösteren bir dizi milyarder ve ünlü için bir network olayı haline geldiğini vurgular nitelikte.
Black Rock City Census tarafından Burning Man katılımcıları arasında seçilen 9,168 kişi arasında yapılan araştırmaya göre: Festivale gelmeden önce katılımcıların %45’i 1000$-2500$, %22’si 2500$-5000$ arasında bir harcama yaparken, ortalama harcama 1500$. Vergilerden önceki gelir ortalaması 60,700$ olan katılımcıların %30’u 50.000$-100.000$; %23’ü 100.000$-300.000$ arasında değişen bir gelire sahip. Katılımcıların yakın çevrelerinde festivale katılmayı düşünenlerin katılamama sebebi ise çoğunluğa göre (%53,5) festivalin çok pahalı olması.
Benimsediği felsefe ve katılımcılarının sahip olduğu karakteristik özellikler dolayısıyla diğer festivallerden farklı bir kişiliğe sahip olması Burning Man’i yıllar içinde hızlı bir şekilde popülerleştirdi. Biletleri satışa çıkar çıkmaz tükenen festival kendini sahip olduğu metalar üzerinden sunan gösterişçi tüketim toplumunun uğrak mekanı haline geldi. Bir başka deyişle popüler kültürün üretildiği ve tüketildiği bir marka oldu ve elitistleşti. Bireylerin yaşam tarzlarını hem davranış hem de kostümleri üzerinden dışavurumcu bir şekilde sergileme sanatı yıllar içinde sembolik anlamını yitirerek, yerini sahip olunan metaların (giyim tarzı, bisiklet, kamplar) eylemleri arka plana attığı, gösterişçi bir ifade şekli aldı.
Var olan harmoninin içinde heterojenliğin daha belirgin hale geldiği bu şartlar altında metalaşması kaçınılmaz olan Burning Man post-modern düşünür Baudrillard’ın simülasyon kuramı ile değerlendirilebilir. Festival boyunca karşılıklı sembolik değerleri değiş tokuş ettiği yanılgısına düşen birey, aslında, post-modern toplumda nesnelerin oluşturduğu kodun içinde anlam bulmaya çalışan ve kendini nesnelerin işaret değerleri üzerinden ifade eden bireydir. Sadece mekan değiştirmiştir. Burada da nesnelerin dilini konuşan diğer bireylerle çevrilidir, dolayısıyla ilişkilerini nesneler üzerinden kurmaya devam eder. Kendini ifade etme biçimi olarak karşısına çıkan her hediye, kişilerin giyim tarzı ve paylaşım sembolik bir hayat görüşünü ortaya koyar. Etrafını saran bireyler gerçekten daha gerçek (hyper-reality) fakat gerçekliğe dokunmayan bir imaj çizer. [1]
Post-modern çağın bir diğer düşünürü Ritzer’e [2] kalırsa özneler gibi bağlam yani festival alanı da katılımcıları büyülemek üzere kurgulanır. Yüksek fiyatlar karşılığında erişilebilir olan yapay ortam bireylere yokluğun ortasında sahip olmanın egosal zevkini yaşatır. Bu yüzden gerçekten daha güzel gözükür ve daha fazla arzu uyandırır. Bu koşullar altında festivale gitmek bir itibar meselesi haline gelir. Festival alanında ise kendilerini marka olarak sergileyen ‘itibarlı’ kişiler boy göstermeye başlar. ‘Metalaştırmama’ felsefesiyle yola çıkan katılımcılar, yaratıcılığı ve kendini ifade etmeyi bavullarına doldurdukları festival modasına uygun kıyafetlere indirger. Black Rock City’de kamp alanını sanat alanından ayırmak için kurulan ‘grid’ sisteminde daha fazla paralar ödeyerek prestijli noktalara yerleşen, tabiri caizse lüks-avam mahalle ayrımına sebep olan ve gösterişli partiler düzenleyen milyarderler paylaşım ekonomisini gölgede bırakır.
Pragmatist birey için bu kültür tüketimini festival dışındaki alanlarda bir deneyim olarak dillendirmek ve paylaşmak da kendini ifade etmesi için bir fırsat haline gelir. Kişilerin kimliği haline gelen bu fetişleştirilmiş eğlence ve kültür tüketimi, kişisel vitrinleri olan sosyal medya hesaplarına içerik olarak yansır. Anı yaşamanın yerini anın aralıksız olarak sosyal medyada paylaşılması alır.
Baudrillard’a göre gerçeğin diğer insanlara aktarılış biçimi gerçeği bir simülasyona dönüştürür ve gerçek olmaktan çıkarır. Simülasyon bireylerin gerçeklikle bağını kopararak gerçeğin ne olduğunu görmelerine engel olur. Katılımcıların yaptığı festival içerikli paylaşımlarda gözden kaçan şey aşırı tüketim ve özendirmedir, eğlence ve bağlamsal koşullar ise tüketimi ideal bir hayat tarzı olarak gösteren aracılardır. Sıradan hayatın normal ve sakin gidişatından hiçbir anlam bulamayan ve özendiği hayat ile sosyal medyada sürekli burun buruna gelen bireyler; gördüğü hayat üzerinden bir eğlence anlayışı geliştirerek gerçekliği olmayan durumlara öykünür, dolayısıyla kendi gerçekliklerini yitirerek bir simülasyona dönüşür.
Baudrillard post-modern tüketim çağını gerçeğe dokunmayan şeylere ulaşmaya çabalayan insanların olduğu çağ olarak tanımlar. Gördüğünü taklit eden, benzemek istediği kitleye göre tüketen ve eğlenen, sadece sosyal medyada benzeri paylaşımlar yapmak için bu festivale giden insan kendi gerçekliğini oluşturamamıştır, yani simülasyondur. Etrafını kuşatan kodun içinde tüketerek kendine bir anlam yaratmaya çalışır. Simüle insanların yaşadığı taklitler toplumunda kişiler arasında diyalog kurma gibi bir ihtiyaç kalmamıştır, gerçek bir hedef yoktur. “Gerçeklik ölmüştür.”
Ticaretin ve tüketimin bir süreliğine askıya alınması post-modernizmin sorununa bir çözüm arayışı olsa da bireysel dönüşüm için kritik bir unsur oluşturmuyor. Festivalin savunduğu paylaşım ekonomisi parayı ortadan kaldırmayacağı gibi birçoğunu harcamayı gerektiriyor. Dolayısıyla, daha fazla ve daha iyi kaynağı paylaşan insanların bir statü kazanmasına yol açıyor. Bu noktada, Burning Man’in vadettiği bireysel dönüşümü zaman ve mekan olarak mümkün kılması, bireylerin sahip olduğu tüketim alışkanlıkları tarafından katılaşan davranış kodlarını yıkmanın bir yolu olmaktan çıkıyor. Çünkü, bireyin içselleştirdiği günlük hayat pratiklerine bir süreliğine bilinçli olarak uzaklaşmasının sonu yine bu alanlara geri dönmesiyle sonuçlanıyor. Dolayısıyla teori ve pratik arasında her zaman bir boşluk kalıyor.
Kaynaklar
[1] Baudrillard, J. (2011). Simülakrlar ve simülasyon. (O. Adanır, Çev.) Ankara: Doğu Batı Yayınları.
[2] Ritzer, G. (2011). Büyüsü bozulmuş dünyayı büyülemek. (Ş. S. Kaya, Çev.) İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Fotoğraflar
Absinthia Baum ‘96/’96, Jessica Pompei ‘90/’91/’91/’91, George Post ’91, Stewart Harvey ’88, Sam Morris ‘97
#Turkuaz çalma listemizi Spotify'da takip edin.
Mixmag Türkiye yazarı Seren Sarı'yı takip edin.