Gökkuşağından Sesler
Queer DJ'ler Salih (Deepinoza), Kübra (Q-BRA) ve Serdar (ASÎDE) sorularımızı yanıtladı
Etkinliklerle dolu dolu geçen bir Onur Haftası'nın ardından dinlemeyi çok sevdiğim, hatta fangirl’lük seviyesinde takip ettiğim üç DJ’le; Deepinoza (Salih), Q-BRA (Kübra) ve ASîDE ile (Serdar), Onur Haftası'nı, yükselen Queer gece hayatını etkileyen dinamikleri, aktörleri, faktörleri ve aklımıza gelen her şeyi konuşmak üzere buluştuk.
Salih ve Kübra uzun süredir İstanbul gece hayatına yön veren DJ’lerden, Serdar ise son bir yıldır dinleme şansına eriştiğimiz bir isim. Takipçileri bilir; kendileri Mecra, Anahit Sahne, Şahika Teras ve daha pek çok mekanda sık sık performans sergiliyor. Bilmeyenlerinse bu üç ismi sıkı takibe almaları şiddetle tavsiye edilir.
Sude: Onur Haftası yeni bitti, sizin için nasıl geçtiğini merak ediyorum bu Onur Haftası’nın. Onur Yürüyüşü yasaklandı ama etkinlikler yine tam gaz devam etti. Sizin programınız nasıldı, nasıl bir Onur Haftası deneyimi oldu?
Kübra: Yasaklanması o gaza daha da gaz verdi deyip sözü Salih’e bırakıyorum.
Salih: Oldukça zengin ve yoğun bir program vardı. Son birkaç yıla göre daha iyi geçti sanırım. Çalıştığım için kapanış partisi dışında etkinliklere katılamadım. inanılmaz kalabalıktı parti. Hafta boyunca iki gece çaldım, cuma gecesi Şahika Teras’ta cumartesi de Queerwaves’in düzenlediği tekne partisinde. Her ikisinde de güzel bir kitle vardı, haftanın enerjisi yansımıştı insanlara.
Kübra: Dolu dolu bir program hazırlanmıştı, bir kere daha tebrik ediyorum komiteyi. Ben o hafta kendi programımın da hareketli oluşundan dolayı sadece Hormonlu Domates Ödül Töreniyle açılış ve kapanış partilerine katılabildim.
Sude: 2015’ten beri de yürüyüşler yapılamıyor, ne düşünüyorsunuz bu artan baskıyla ilgili ve etkileri neler sizce?
Kübra: Biz aslında yürüyoruz. Yürüyüş ana arter üzerinden yapılamıyor belki ama atar damarın dışındaki tüm kılcal damarlarda, damarlardan taşarcasına gerçekleşiyor. Bu sene bildiri ilk olarak Mis Sokak'ta okundu, ilk diyorum çünkü gün içinde belirlenen farklı noktalarda okunmaya devam etti. Bildiri okunuyor, zılgıt atılıyor, dans ediliyor, polis geliyor, biber gazı atıyor; bildiri okunuyor, polis geliyor, biber gazı atıyor... Bu şekilde ve hep birlikte devam etti pazar akşamüstü. Ben yasak olarak dayatılanı zaten çok besleyici bulurum. Ve çok da tetikleyici aslında hepimiz için, zaten “Yasak ne ayol” sloganlarımızdan biri. Çok keyifli bir pazar günüydü, haftanın tamamı yüksekti, rengarenkti. Pazar günü sabaha kadar aynı çemberde devam ettik. Ziba’nın ve Anahit Sahne’nin olduğu o ünlü “L”’de parti ve toplanmaca devam etti. Aynı anda Markus Tavern’in ve NOH Radio’nun olduğu sokakta yine devam etti kalabalık dans etmeye. Ve Roxy’de keza, kapanış partisi oldu, yani bildiğin üzere, partiler, eğlence, kavuşmaca, hep birlikte dans etmece Taksim’de gecenin sonuna kadar devam etti.
Serdar: İzmir’de de bu sene aynı şekilde oldu. İstiklal Caddesi ve Kıbrıs Şehitleri Caddesi üzerinde yapılıyor gibi düşünülüyor genel olarak; ama insanlar, yürüyüş polis tarafından kesildiği zaman ara sokaklara dağılıyor. Kordon’a çıktık İzmir’de mesela, burada Çukurcuma’ya inildi. Yani insanlar bir şekilde kendini gösteriyor, tişörtlerindeki armalarla, bayraklarıyla vesaire. Polis de zaten 3-4 kişi bir araya geldiğinde hemen dağıtmaya çalışıyor. Ama bir şekilde hep bir araya geliniyor ve o görünürlük hiçbir zaman kaybolmuyor.
Kübra: Zaten bu görünürlük ve bir araya gelmenin yarattığı etkiyi bildiklerinden dolayı müdahalede bulunuyorlar. Gösteri, toplantı, yürüyüş hakkı vatandaş olarak en temel haklarımızdan. Ben de bu ülkenin vatandaşıyım LGBTİ+ olarak, olanın da olmayanın da, hepimizin hakkı. Bir bildiri okunacak, 4-5 saat eğlenilecek ve devam edilecek. Bu bizim her zaman yaptığımız şey aslında, bir güne sığdırılan bir şey de değil. Tabii ki söyleyecek çok şeyimiz var, tabii ki sesimizi kimse kısamaz, tabii ki öncelikli hakkımız konuşuyor, söylüyor, anlatıyor, herkesin anlıyor olmasını sağlıyor olmak.
Sude: Bir noktada aslında hedeflediklerinin aksine bir itici güç oluyorlar baskı aracılığıyla.
Salih: Her yerde öyle. Çeçenistan’da eşcinselleri katlediyorlar, İran’da idam ediliyorlar, ama eşcinselliği bitirebiliyorlar mı? Bitiremiyorlar. Baskı insanlık tarihinin hemen her döneminde farklı biçimlerde ortaya çıkıyor, bu baskıya karşı direniş de tabi. Kübra’nın dediği gibi, bir sokakta yürüyemiyor olabilirsin ama herkes bulunduğu sokakta yürüyor. Baskının doğrudan yasağa dönüştüğü 2016 yılından önceki onur yürüyüşü en büyük yürüyüşlerden biriydi. Yüz bin kişinin katıldığı söylenen bir yürüyüş. Sanırım hem queerlerin Gezi Direnişi’ndeki aktif rolü hem de görünürlüğün artışı baskıyı da arttırdı. Oysa yürüyemiyor olmak varolmaya engel değil, varolmanın bin tane şekli var, bu bağlamda baskılara karşı oluşan enerjinin olumlu sonuçlar doğuracağını düşünüyorum açıkçası.
Sude: Bütün yıl boyunca sadece Onur Haftası’yla kısıtlı kalmadı etkinlikler, pre-pride oldu, şu an post-pride oluyor, yani aslında tüm yıla yayılan bir program gibi. Ve sanki bu son yıllarda daha da ivme kazandı gibi geliyor bana. Bunun sebebi ne sizce, Queer gece hayatının son zamanlarda bu kadar yükselişe geçmesini neye bağlıyorsunuz?
Kübra: Baskı ve kısıtlamalar arttıkça çeşitlilik artıyor; daha görünür oluyoruz, daha çok konuşuluyoruz, daha çok konuşuyoruz. Dile getirmek istediğimiz ve getireceğimiz çok şey var. Bu yüzden de artarak ilerliyor her şey.
Salih: Görünürlük arttıkça, kitle aynı zamanda bir ekonomik değer olarak farkediliyor. Bir yandan da 20-25 yıllık queer hareket deneyimi var, mekanda varolmanın dinamiklerini, mekana sahip çıkmayı hatta bazıları mekancılığı öğrendi. Artık kendi Dj’ini, kendi müzisyenini, kendi şarkıcısını çıkaran bir queer topluluğu var. Baskı atmosferinde her alanda etkinlik yapmak çok mümkün olmuyor. Biraz belki şartların da dayatmasıyla gece hayatında yoğunlaşıyor biraradalık. Dışarıdan bakıldığında eğlenceymiş gibi görünenin farklı boyutları olduğunu düşünüyorum. Queer’dan bahsediyorsan kuracağın ikinci cümlenin politik olmaması mümkün değil zaten. Kendi güvenli ve ekonomik eğlence kültürünü yaratmak da bu açıdan oldukça politik. Diğer yandan sadece queer olduğun için ödemen gereken, giriş ücretinden tut da içerde nasıl davranacağına kadar bir dizi dayatılmış bedeli ödememen anlamına geliyor.
Sude: Eğlence aslında bir noktada özgür bir alan demek değil mi, komünitenin kaynaştığı bir alan. Queer etkinlikler bir noktada politik bir duruş ve güçlendirici bir yanı var.
Kübra: Yani kim duyacak ki, kim görür ki değil; herkes görecek, herkes de duyacak.
Serdar: Bir de ben partilerde örgütlenmenin politik olmayan insanları da politize ettiğini ve örgütlenmeye çektiğini hissediyorum. İnsanlar yıl içerisinde Pre-Pride partilerine, Pride partilerine gidiyor. Eskiden belki birkaç tane oluyordu ama bu yıl içerisinde 7-8 tane Pre-Pride partisi yapıldı. Ben liseden mezun olduğum zaman, üniversitenin ilk yıllarındayken bu kadar sık parti düzenlenmiyordu. Şu an ise üniversitede ya da lisede okuyan, yeni yeni açılan; kendini, cinselliğini yeni yeni keşfetmeye başlayan insanlar için çok daha fazla kendilerini tanıma imkanı sunuyor bu etkinlikler. Aynı zamanda eskiden bu etkinliklerde pop müziğin daha ön planda olduğu bir eğlenme stili vardı, birkaç yıldır farklı janrlarda müzik etkinliklerinin yapıldığı daha renkli bir ortam var. Bir Roxy’de rave yapılıyor, ondan sonra Anahit Sahne’de drag queenlerin, Queer performans sanatçılarının performans gerçekleştirdiği başka bir etkinlik yapılıyor gibi. Ben Queer gece hayatının daha renkli, daha güçlü, daha özgür bir yere gittiğini düşünüyorum kesinlikle.
Kübra: Daha çok alan oluyor gün geçtikçe hepimiz için, daha çok alan oldukça daha çok anlatıyoruz anlatmak istediğimiz her ne ise. Ben kendi adıma anlatmak istediklerimi müzikle ve dans ederek anlatıyorum. Hep beraber eğleniyoruz, çeşitlilik, sayı ve katılım olarak daha büyük bir kitle halinde katlanarak devam ediyoruz.
Serdar: Ve birbirimizi de güçlendiriyoruz.
Sude: Evet mesela senin müzik kariyerinde Kübra ve Salih’in çok fazla katkısı olduğunu biliyorum, bu çok güçlendirici.
Serdar: Salih’in verdiği atölyeye katılmasaydım belki de hala bir CDJ’e ulaşımım olmayacaktı ve kullanmayı bilmiyor olacaktım.
Sude: Komünite kendi içindeki insanları destekliyor yani. Sizin müzik kariyerinizde de bu böyle olmuş muydu?
Salih: Evet, aramızdaki güçlü dayanışma duygusu olmasaydı bir yerlerde düzenli çalmam güçtü açıkçası. Çalmaya ilk başladığım zamanlarda, bir gece Leyla Teras’ta hemen hemen hiç kimsenin olmadığı bir çarşamba günü çalmıştım. Deniz gelip arada bana “Çok güzel çalıyorsun” diyordu. Deniz, o dayanışmayı, desteği göstermese bir noktada “bu iş olmayacak galiba” der bırakabilirdim. Ana kadrosu 4 kişiden oluşan ama geniş bir grubu da kapsayan Queerwaves adlı bir oluşumumuz var, düzenli partiler yapıyoruz. Queerwaves benim kariyerim açısından çok önemli mesela. Beni bir çok anlamda çok geliştiriyor.
Kübra: Bir de bu oldukça dahil olmayan, yani queer oriented olmayan, ama hepimizin gidip geldiği mekanlar da seni çağırmaya başlıyor. Yalnızca tanıdık olanla, bizden olanla değil; farklı act ve gecelere de dahiliyetimiz oluyor. Sadece birbirimize değil herkese erişir, herkesle dans eder oluyoruz.
Sude: Peki, cinsel kimlik ve sanatsal üretim arasındaki bağlantıyı nasıl yorumluyorsunuz?
Salih: Cinsel kimlikle sanatsal üretim arasında şöyle bir bağlantı olabilir; kendini açıklıkla ifade edemediğin dolaylı yollarla, sanatla ifade ediyor olabilirsin ama cinsel kimliğin sanatla ilişkilendirilmesine tersten; yani sanatın sınıfsallığı üzerinden bakmak gerekli belki de. Sanat tarihsel süreçte ekonomik olarak daha çok üst-orta sınıfın üretim alanı ve görece daha güvenli bir alan. İnsanların queer kimlikleriyle var olabilmeleri mümkün. Bu durum bir sonuç olarak değil de neden olarak okunduğundan “eşcinseller sanata yatkındır” klişesi doğdu. Bu bir klişe ama şuna katılıyorum; ne kadar baskılanırsan kendini ifade etme yöntemlerin o kadar çeşitleniyor. Heykel yaparsın, şiir yazarsın,müzik yaparsın. O noktada besleyiciliği olduğunu düşünüyorum ama bu her cinsel yönelimi farklı olan insanın sanatsal anlamda üretken olacağı sonucunu doğurmuyor benim açımdan.
Serdar: Sanatsal üretimimi deneyimlediğim her şeyin, hatta bireysel olarak deneyimlemesem bile gözlemlediğim çoğu şeyin etkileyebildiğini düşünüyorum ben. Cinsiyet kimliğim, yönelimim ve cinselliğim de buna dahil.
Sude: Onur Haftasıyla beraber global ve yerel platformlarda büyük markaların Queer sembolleri pazarlama stratejine dönüştürmesi hakkında çeşitli gönderiler görüyoruz. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Kübra: Ben bunu böyle çok çok strateji olarak aldıklarını düşünmüyorum. Görünürlüğümüz ne kadar geniş ve kapsayıcı ise o kadar iyidir diye düşünüyorum aslında hepimiz için.
Salih: Bu konuyu evlilik tartışması gibi görüyorum. Ne zaman evlilik hakkından bahsedilse evliliği kurumsal olarak eleştiren ve “bunu neden istiyorsunuz” diyen genellikle de queer olmayan insanlar türer bir yerlerden. Benim bir şeyi yapamıyor olmam, bu şey ne olursa olsun, bir eşitsizliktir. Benim de evlenme hakkım olsun, evlenip evlenmemeye ben karar vereyim. İnsanlar bir yerlerde kendilerine ait sembolleri görünce çoğaldıklarını ve yalnız olmadıklarını hissediyorlarsa, bunun ben bireysel olarak tercih etmiyorsam da bir sakıncası yok. Türkiye, İstiklal Caddesi’nden ibaret değil. Size hiçbir şey ifade etmeyen bir sembol, bir yerlerde birilerine çok şey ifade ediyor, onu güçlendiriyor olabilir. Meseleyi global kapitalizm terimleriyle ele alabilecek bir noktada değiliz. Ordan bakarsan şu an içtiğimiz kahve Afrikalı işçilerin sömürülmesiyle bu masaya geliyor. Kapitalizmden sözediyorsak evet, ama sanki kapitalizm bir tek queerleri hedefliyormuş da sadece onların direnmesi gerekiyormuş gibi bahsediyorsak hayır. Önce eşitlenelim, sonra konuşuruz (gülüşmeler).
Sude: Aslında hareketin güçlendiğinin bir göstergesi bu.
Salih: Tabii, Pamukkale şarapları bir açıklama yaptı bu sene. Biz sadece Onur Haftası’na değil, tüm yıla yayılan bir ürünümüze logo koyacağız gibi bir şeydi tam anımsamıyorum. İyi bir şey bu.
Serdar: Markalarla LGBTİ+’ların ilişkisinin, LGBTİ+ mücadelesini destekleyecek bir şekilde kurgulandığı sürece yararlı olabileceğini düşünüyorum ben.
Salih: Kurulan ilişkiyi nereden ve nasıl kurduğun önemli.
Sude: Şimdiye kadar genelde müzik ve eğlence dünyasını ayrıcalıklı sınıflar kendi perspektiflerinden anlattı. Bizim için Queer’leri merkeze alan bir anlatım yapabilir misiniz?
Salih: Aslında ne dünyada ne Türkiye’de beyaz sınıf yazmadı eğlence kültürünün tarihini. Bir efsaneye dönüşen 2019’un kurucusu Ceylan Çaplı açık eşcinseldi. Bir dönemin gazino kültüründe trans assolistler önemli bir yer tutuyor. Bülent Ersoy ve Zeki Müren en somut örnekler.
Serdar: Ya da house müzik Amerika’da siyah ve LGBTİ+ insanlar tarafından orijine ediliyor. Janrın adı da siyah ve eşcinsel bir DJ olan janrın öncülerinden Frankie Knuckles’ın müzik direktörlüğü yaptığı Warehouse adlı bir gece kulübünden geliyor. Ama şu an piyasanın heteroseksüel beyaz erkekler tarafından domine edildiğini söyleyebiliriz. Ama aslında biz orijine ettik, bizden çıktı yani house müzik.
Kübra: Öncelik eğlence olduğu zaman, eğleniyorken başka bir şey söz konusu olamıyor. Şahika Teras’ta gece boyunca bitmeyen bir sirkülasyon var, asla boşalmıyor mekan. Herkes eğleniyor ve dans ediyor. Gördüğün salt durum bu; yaşadığın, hissettiğin ve dahil olduğun durum bu. Bundan daha güzel ne olabilir ki zaten. Elimizi attığımız enerjimizin değdiği yerde eğlence eksilmiyor, müzik ve dans varken başka da bir şeye ihtiyaç duymuyor insan aslen.
Salih: Biri birine çarpsa elli kere özür diliyor.
Kübra: Kovalanan başka bir şey yok. Tabii ki hep beraber eğleniriz böyle bir durumda. Queer olan da gelir olmayan da gelir.
Sude: LGBTİ+ kimlikleriyle ön plana çıkan sanatçılar sizce hangi değerleri temsil ediyor?
Kübra: Kendilerini temsil ediyorlar, bizi temsil ediyorlar. Yani temsil edilmesi gereken değerleri temsil ediyorlar.
Salih: Kimse bir şey temsil etmek etmek zorunda değil, herkes kendini temsil ediyor. Bin tane farklı varoluş hali var. Benim queer bir dj olarak hiçbir misyonum yok. O anlamdaBülent Ersoy’a, Zeki Müren’e, ya da açık olan diğer insanlara yüklenmeleri gereksiz buluyorum.
Kübra: Ben de yeni yeni çalmaya başlayan arkadaşlarıma alan sağlama gibi bir misyon edindim bir süredir.
Serdar: Ben varoluşlarımızın hem gece hayatında, hem de günlük hayatta diğer insanların da var oluşunu güçlendirdiğini düşünüyorum. Benim bir Queer DJ olarak bir mekanda çalıyor olmamın başka bir Queer gencin “Evet bunu ben de yapabilirim.” diyor olmasını sağlayacağını düşünüyorum. Demeye çalıştığım şey “Ben bunun için uğraşıyorum, esas amacım bu.” değil, lakin bunun farkındayım ve bence bu güzel bir şey.
Salih: Elektronik müzik genel olarak pahalı bir uğraş. Setuplar, mixerler, ses sistemleri, kulaklıklar. CDJ’i zaten geçtim, basit bir controller almaya kalksan üç beş bin liradan bahsediyoruz. Aramızdaki dayanışmanın bu açıdan ekonomik boyutu da var. Bir cihazımız varsa birbirimizle paylaşmak, bildiklerimizi birbirimize aktarmak, queer mekanların bize çalışma alanları açması oldukça önemli. Bir çok arkadaşımız oraların imkanlarını kullanarak kendini geliştirdi.
Kübra: Kapıları her zaman açık zaten, gelin çalışın istediğiniz zaman diyorlar.
Sude: Yaptığınız müzikte queer bir tavır var mı?
Kübra: Ben geçen Kasım ayında Red Light Radio’da çalarken çat diye Harun Kolçak’tan Gir Kanıma’yı girmiştim. Ben de seviyorum aslında. Biraz o tricky durumun Queer’liğinden geliyor.
Salih: Şahika Teras’ta Kardeş Türküler’le, Neşet Ertaş’larla kapatırım geceyi. Gecenin akışına baktığında çok alakasız, ama insanlar şaşırır,mutlu olur, o da aslında queer bir tavır.
Sude: Queer gece hayatı dinamiğinin aktörleri olan mekanlar ve etkinlik serileri hangileri?
Kübra: Queerwaves ve Dudakların Cengi önemli etkinlik serileri. Mekan olarak da Mecra, Şahika Teras, Anahit Sahne, Bigudi ilk aklıma gelenler.
Sude: Benim sorularım bu kadar, sizin konuşmak istediğiniz bir şeyler var mı?
Kübra: Tekne partisi yapalım. İstanbul’dayız ayol, mis gibi boğaz yedi tepeli şehir! Dans denizde de devam etsin!
Salih: Mixmag bize tekne partisi yapsın.
Deepinoza, Q-BRA, ASîDE
Spotify '#Arşiv' çalma listemizi takip edin.