Menü
Ana Sayfa En Son Haberler Menü
Sanatçılar

Barış Ergün: Ünlemsel Düşünce

“Yeni, radikal, samimi, güçlü işlere, hislere ve düşüncelere ihtiyacımız var.”

  • RÖPORTAJ: OZAN TEZVARAN
  • 21 Şubat 2020

Barış ile ilk karşılaşmamız sessiz bir hayatın nerelere varabileceğini anlattığı “Had A Quiet Life In” parçasına dayanıyor. Eserin sonuna doğru, parçanın bütün iskeleti sallanırken, noise elementleri ve kayan melodilerin arasında bütün dünya yanıyor. Arta kalan enkazın arasında, dönen kaosun tam ortasında, Barış’ın sessizliğin yıkıcılığına karşı olan sakinliğini farkedince onu daha çok tanımak, başka hangi konular hakkında nasıl düşündüğünü öğrenmek istiyorsunuz.

Barış Ergün “Had A Quiet Life In” parçasının da içinde yer aldığı, 2018’de Shalgam Records üzerinden yayınlanan “Modern Paralysis” albümü ile şehir hayatını, gelecek endişelerini ve cinsiyet rollerini tartışıyor. 2016’dan beri kendi adı altında düşüncelerini müziğe en samimi şeklinde aktarmaya çalışırken aynı zamanda ses mühendisliği ve prodüktörlük de yapıyor.

Pauline Oliveros’un “çevresel ve müzikal sesler üzerinde bilinçli olarak konsantre olabilme becerisi” teorisi üzerine kurulu “Modern Paralysis” albümünün yanısıra, KAOSMOS ile ortak çalışması “Discrepancy” ve “Buried and Artificial Part of Myself” yapımcısı Ergün aynı zamanda İstanbullu jazz grubu Uç! Uç! üyesi.

Son zamanlarda teknonun karanlık tarafından ve noise müzikten etkilendiğini söyleyen Barış, yeni bir albüm üzerine çalışıyor. Albüm çalışmaları sırasında sohbet etme fırsatı yakaladığımızda, kendine karşı olan samimiyetinin insanlara da nasıl güzellikle yansıttığını anlıyoruz.

Barış Ergün kimdir? Neler yapar? Müzik ile beraberliği nasıl başladı?

Sen kimsin sorusu herhalde bir insanın cevaplayabileceği en mümkün olmayan sorulardan biri. 26 yaşında, İstanbul’da yaşayıp kibar, açık, dürüst, samimi ve gerçek bir birey olabilmek için çok fazla emek harcayan, ses ve müzik penceresinden sanat üretimine dahil olan ve yeniyi arayan, farklı, radikal, anlatımı güçlü işlerin prodüksiyonunda yer almak için uğraşan, ürettiği işlerin özünü içten içe sevip ama bir yandan da devamlı bir sorununu düşünmekten kendini alıkoyamayan, geleceğe karşı umutlu ve şimdiyi sevmeyi son yıllarda öğrendiğini düşünen bir insanım. İnsanın kendini bilmesi, bildiği yetmeyip bir de anlatabilecek kadar kendine hakim olabilmesi mümkün mü bilmiyorum ama mümkünse herhalde upuzun yolların ardındadır.

Annem müzik öğretmeni, bu sebeple müzikle beraberliğim çocukluğumda başladı diyebilirim. Fakat bir sanat formu olarak müzikle tanışmam, onu düşünmem, ondan beslenmem ve onu besleme isteğim 2015 yılında, ses mühendisliği eğitimim ile başladı.

Ben ses ile uğraşıyorum, sesin dahil olduğu her alanda var olmaya çalışıyorum. Ses mühendisliği ve prodüktörlük yapıyorum. Genelde müzik alanında çalışıyorum bunun yanı sıra tiyatro, sinema ve dans alanlarında da işlerim oldu ve olacak. Elektronik müzik üretiyorum, bir neo klasik caz ekibinde çalıyorum ve bir yandan da yüksek lisans tezi yazmaya çalışıyorum. Tüm bunların yanı sıra bir de sağlıklı kalmaya çalışıyorum.

Parça isimlerinizin, yayınladığınız müzikle beraber sunduğunuz görsellerin müzik üretiminizle nasıl bir bağı var?

Ben bir anlatım, deneyim, duygu durumu üretmeye çalışıyorum. Müzik ile beraber her şey benim için neredeyse aynı öneme sahip. Bana göre biri yeterince gerçek ya da güçlü olmadığında bu durum diğerlerini de etkiliyor. Ürettiğim ya da üreteceğim müziği düşlerken görselini de düşlüyorum, ismini de düşlüyorum. O yüzden parça isimleri de görseller de müzik de bir bütünü oluşturmakta kullandığım komponentler. Hepsi birlikte, eş zamanlarda var oluyorlar. Birbirlerinden ayrı düşünemiyorum.

Modern Paralysis’in üzerinden neredeyse iki sene geçti, albümün incelediği noktalar nelerdir? Şimdi geriye dönüp baktığınızda kendinize daha yakın hissettiğiniz şarkılar var mı albümden?

Modern Paralysis benim için sorgulamanın kafa karışıklığı yarattığı bir dönemi temsil ediyor. Bir hayli karanlık, bunalmış ve yorgun olduğum bir süreçte ortaya çıktı. Tam olarak bu sebeplerle kafa karışıklığımı, beraberinde bazı konulardaki aydınlanışımı ve kabullenişimi temsil ediyor. Şehir hayatı içinde var olmaya çalışmanın sancısını, gelecek hakkındaki endişelerimi, cinsiyet kavramını ve onun hem birey içinde hem de toplumsal düzlemde kavgalarını…

Albümdeki parçaların hepsine karşı samimi duygular besliyorum. Hiçbirini yaparken kendime yalan söylemedim bundan eminim. İnsanın geçmişine karşı pişmanlık duyması, unutmak istemesi aslında gayet normal ama ben bunu yapmamaya çalışıyorum. Geçmişten, o albümden aldığım dersler var, orada bıraktığım hisler ve düşünceler var. Onların bir kısmı hala duruyor, bir kısmı ise dönüştü ve yenilerine yer açtı. Dönüp baktığımda sanırım kendimi en yakın hissettiğim parça‘Voice of Nagging Suspicion’ . Çünkü devam etmem gerektiğini hatırlatıyor. Her ne kadar zor ve çetrefilli olsa da yol ve yolun akışında olmak bunu gerektiriyor. Devam…

Türkiye’de ambient, deneysel müziğin konumunu nasıl yorumluyorsunuz?

Ambient aslında çok uzun yıllardır yapılan bir müzik türü. Deneysel müzik ve bu alanlarda çok çok başarılı sanatçılar var. Son yıllardaki artış ve performanslarını sergileyebilecekleri, sözlerini söyleyebilecekleri alan ve mecraların çoğalışı her ne kadar yeterli olmasa da beni mutlu eden gelişmelerden biri. Tüm müzikler performe edildikleri alanlar açısından belirli spesifikasyonlar ister fakat ambient müziğinki biraz daha fazla. Çünkü o müzikle iletişime geçerken bulunduğunuz ortam, o ortamın yapısı, sessizlik düzeyi, renkleri, ışıklandırması başlı başına bir deneyim için çok önemli. Size olabildiğince açık, geniş ve serbest bir alan vermeli ki sesler süzülsün o mekana, kaplasın dinleyiciyi ve bir yerlere götürsün, göstersin, düşlettirsin. Müzik gelişmeye devam ediyor, çok iyi işler yapılıyor. Umarım aynı şekilde alanlar da gelişir ve bu deneyimin kapsayıcılığı gün geçtikçe artar.

Birçok müzik tarzında üretim gerçekleştiriyorsunuz. Üretiminizin üzerindeki genre etiketinin sizin için bir önemi var mi?

Hayır genre etiketinin bir önemi yok. Yeter ki bir anlatım ve samimiyet olsun. Neredeyse bütün genre’lardan sevdiğim, beğendiğim sanatçılar ve üretimler var. Müzik konusunda benim için tek önemli olan şey içindeki anlatım ve hislerdeki gerçeklik.

Uç Uç ve Barış Ergün ilişkisi nasıl?

Uç Uç benim için çok özel bir ekip. Çok kalabalık bir ekip. Sanki bir kolektifin adı Uç Uç ve içinden 5 kişi de müziğini yapıyor. Dostluğun, samimiyetin, birlikteliğin, özür dilemenin ve teşekkür etmenin anlam ve öneminin bilindiği bir iletişim şeklinin müziği… Uç Uç’un müziği içerisindeki pozisyonum için de ambiyans yaratmak diyebilirim. Ses tasarımı ve ambiyans sesleriyle müziği bir akış ve ortam içerisinde tutmaya çalışıyorum.Hem çok minimal hem de kompleks bir armoni ve ritim dünyasına sahip olabiliyor Uç Uç’un müziği, fakat benim bulunduğum pozisyon, tüm bunlara yalın ve kapsayıcı bir ortam oluşturmak gibi hissediyorum.

The Constant Fear of Being Judged (By You) oldukça iddialı bir albüm ismi, albümün ismi parçalara nasıl yön verdi?

Prova yapsak da oturup muhabbet etsek de en çok konuştuğumuz konulardan biri ‘açık olmak’. Özgürlük alanının genişliğini fark edip, o alana yayılmak, kendini serbest bırakmak. İşte biz bu albümde olabildiğince bunu yapmaya çalıştık. Bugüne kadarki gelişim bu albümü ortaya çıkardı. Tüm bu süreçte, bu hisleri güçlendirebilmenin yolu da albüm ismindeki gibi sürekli yargılanma korkusunu bir kenara bırakmaya çalışmaktan geçiyor. Sanatçının en büyük çıkmazlarından biri; yargılanma korkusu. Bunu hissetmeniz için sanat üretmeniz gerekmiyor elbette , yaşamak da bir sanat. O yüzden her ne yapıyor olursanız olun, yargılanma korkusu bir yere kadar aşmak zorunda olduğunuz bir korku. Biz bir araya geldik ve bu korkuyu aşmak için birbirimize yardım ediyoruz, bu süreçte de bir albüm doğdu. Bu albümün parçalarının her birinde de bu mücadelenin etkisi elbette var.

Dünyanın birçok yerinde, kendini ispatlayana kadar, sadece kendi istediğini yapmanın ticari getirisinin istediğiniz yaşam biçimini karşılayamadığını düşünüyor musunuz? Bunun üretiminize etkisi var mı?

Elbette düşünüyorum. Tabi ki bu sorunun cevabı bireyin nasıl bir yaşam biçimi arzuladığına göre çok değişkenlik gösterebilir ama her ne olursa olsun gerçek dünyada mümkün olamıyor. Bunun üretimi etkilediği noktada ise sanat körelmeye başlıyor ve sanıyorum ki tam da bu yüzden popüler müzik bu durumda. Sadece müzik üzerinden düşünmemize gerek yok aslında bu konuyu. Devletlerin, insanlığı getirdiği konum ortada; basitleşen ve sunileşen insan ilişkileri, körelen hisler ve bunun sonucunda insanlığın çoğunluğunun arayışı ve bu arayışta önemsedikleri belirleyiciler ortada. Loach, Marvelsineması için şöyle söylemişti: ‘Onlar hamburgerler gibi birer meta unsuru olarak yapılmakta ve iletişimle, hayal gücünü paylaşmakla hiçbir ilgileri yok. Önemsedikleri, büyük şirketler için kar yapacak meta üretmek. Onlar, pazarlama pratiğidir ve sinema sanatıyla hiçbir ilgisi yoktur.’

Tüm bunları, ticari kaygılarımın yaptığım üretimlerle ne kadar bağlantısının bulunmamasını istediğimi belirtmek için söyledim. Umarım hayatım boyunca bu kaygıları, sanat düşünmekten ayrı tutabilirim.

Kendi müziğiniz üzerine düşünülmesini ister miydiniz? Neden? Müziği üstüne düşünmeyi sevdiğiniz isimler kimlerdir?

Çok isterim, her sanatçı ister. Şanslıyım ki yaptığım müzik üzerine düşünen ve düşüncelerini benimle paylaşan insanlar var. En yakın arkadaşlarımdan, hiçtanımadığım kişilere kadar birçok düşünce duydum şimdiye kadar ve bu beni hep mutlu etti.

Ah, çok fazla isim var aslında ama genre gözetmeksizin bazılarını sıralayayım. Tim Hecker, Ben Frost, Paul Jebanasam, Sarah Davachi, Nik Bartsch, Terminal Sound System, Roly Porter, Nicolas Jaar, David August, Lingua Ignota, Pyrit, Abul Mogard, Lorn, Nick Cave, Swans, Ital Tek, Eric Truffaz, Alessandro Cortini, Arca, Loscil, Soft as Snow, Black Midi, Bliss Signal, Vanessa Amara, Body Sculptures, Jozef Van Wissem, Daughters, Valgeir Sigurosson…

Barış’ın sabah rutini nedir?

Tam anlamıyla bir rutin şeklinde yaşıyorum sabahları. Uyanıyorum ve gündemimdeki düşünmem gereken her şey bir anda beynime hücum ediyor. Yattığım yerden tavana bakarak tüm bunların hepsini aynı anda düşünmeye çalışmak, bir yandan da kendimi salona gidip, pencereleri açıp, kahve koyup, müzik açıp, sakin ve sağlıklı bir şekilde düşünmeye ikna etmeye çalışmakla ve bu iki düşüncenin mücadelesinin içinde kaybolmakla geçiriyorum belirli bir süreyi. Sonrasında sakinlik geliyor ve günümü planlamaya başlıyorum. Güne başlarken ilk yaptığım şey yazılacak mailler varsa yazmak, okunacak şeyler varsa okumak ve gelecekte dinlemek üzere not aldığım müzikleri açıp dinlemek oluyor.

İstanbul’da gitmeyi sevdiği mekanlar, performansını kaçırmamaya çalıştığın bir müzisyen var mı?

Etkinlik bazlı bir mekan kullanımım var genellikle. Sevdiğim etkinlik neredeyse oraya gidiyorum. Bunlar da genellikle İKSV, Babylon, Borusan Sanat, uzun zamanlar kendimce boykot edip sonra üzülerek de olsa gitmeye başladığım Zorlu PSM ve kalbimdeki yeri çok ayrı olan Karga. Karga’yı tüm bu mekanların arasından alıp, altı çizili bir şekilde en sevdiğim ve kendimi en yakın hissettiğim mekan olarak özelleştirebilirim. Kendimi orada dostlarım arasında, güvenli, sevgi dolu, bazen çok kalabalık bazen çok yalnız ama her daim iyi hissediyorum. Çok değerli insanların uzun yıllar boyunca verdikleri emekle çok özel bir pozisyona gelmiş bir mekan bence. İstanbul’da kapanırsa çok ama çok üzüleceğim tek mekan olduğunu da söyleyebilirim.

Üzülerek söylüyorum ki performansını kaçırmamaya çalıştığım çok fazla yerli müzisyen yok. Var olanlardan şu an aklıma gelenler şu şekilde; Kuntay Seferoğlu, ‘randomizedissues’ ismiyle Selenay Kıray, Ahmetcan Gökçeer ve solo projesi wipeç, Noisual, Lifelock, Elifnaz Koçak, Gevende, Pitohui, Tsu, Kafabindünya, Utkan Akçay, Glvre, Ekin Fil, Midvil, Flower Room…

2020’de Barış Ergün’ü neler bekliyor?

2020 için çok umutlu ve heyecanlıyım. Her şey planlandığı gibi giderse 2 adet albüm yayınlayacağım, Uç! Uç! ile konserlerimiz olacak ve ‘The Imagery Arts Collaborations’ isminde çok disiplinli bir oluşum ile ses, tiyatro ve dans alanlarını birleştirmeye çalışacağımız etkinlik ve workshop serisi yapacağız. Ses mühendisi ve prodüktör kimliğimle yer alacağım güzel prodüksiyonlar olacak.

Tüm bunların ötesinde hayata ve insana bakış açım bir hayli gelişti ve değişti. Bu bakış açısı ile kuracağım yeni ilişkilerin ve tanık olacağım yeni deneyimlerin neler olacağı ve nerelere gideceği konusunda da çok heyecanlıyım. Umutlu ve çalışkan olmamız gereken bir dönemdeyiz ülke olarak. Yeni, radikal, samimi, güçlü işlere, hislere ve düşüncelere ihtiyacımız var. Bol kural yıkmalı, bol bol da dostluk sağlamlaştırmalı bir yıl olsun herkes için.

#Turkuaz çalma listemizi Spotify'da takip edin.

Ozan Tezvaran'ı takip edin.

Sonraki yazýyý yükle
Yükleniyor...
Yükleniyor...