Sebastian Mullaert: 'Müziği tecrübe etmek demek, varoluşunuzun farkındalığıyla yol almak demek'
Sebastian Mullaert ile müzik dolu bir sohbet gerçekleştirdik
1990'lı yıllardan bu yana elektronik müzikte hipnotik tınıları öne çıkaran işler ortaya koyan İsveçli DJ/prodüktör Sebastian Mullaert, müzik yolculuğunda huzur ve içe bakışı önemseyen bir duruşa sahip. Trance müzikten ambient techno'ya, house'tan downtempo'ya kadar çeşitli türlerin kombinasyonunu yapımlarında hissettiğimiz Mullaert'in en "kulüp müziği" olarak tanımlanacak işleri bile meditatif ve dingin bir ruh haline sahip. Sanatçı ile solo kariyerine başlamadan önceki dönemleri, müziği çok boyutlu şekilde ele alış biçimi, kariyerindeki kritik noktaları, etkinlik serisi ve plak şirketi markası Circle of Live ve son albümü 'A place called • Inkonst' hakkında sohbet etme fırsatı yakaladık.
2014 yılında solo kariyerinize başlamadan önce yakın çalışma arkadaşınız Marcus Henriksson ile birlikte Minilogue projenizde başarılı işler ortaya çıkarmış bir isimsiniz. Şimdi ikiniz de kariyerlerinize bağımsız olarak devam ediyorsunuz. Sebastian Mullaert olarak kendi tarzınızı öne çıkarmaya karar verme aşamanızdaki o geçiş sürecinden bahseden misiniz?
Başka insanlarla ortak çalışmalar yürüttüğüm her zaman bir yandan da kendi müziğimi yapmaya devam ediyordum. Yalnız çalışarak kendim için daha fazla özgürlük alanı bulduğum ve aynı anda birçok projede çalışabildiğim için solo kariyerime odaklanmak istedim. 2014 yılından itibaren her şey inanılmaz gelişti. İçinde bulunduğum son beş yıl, daha önce vaktimin olmadığı derecede birçok farklı projeye kapı araladı.
Müzikal yolculuğunuzdaki ses evreniniz temelde techno, trance, house ve ambient tarzlardan besleniyor. Ayrıca neo-klasik müzikten de zevk aldığınızı, hatta birkaç filarmoni orkestrası ile ortak çalışmalar yaptığınızı da biliyoruz. Sizce müzikte boyutlararası bir bakış açısına sahip olmanın önemi nedir?
Müziğin, seslerin, frekansların ve ritmin evreni son derece devasa bir büyüklükte. Bu evrende keşfe çıkmayı ve tüm bunları hissetmeyi seviyorum. Farkına varılacak pek çok detayı olan büyülü bir serüven. Ne derece önemli bilmiyorum ama benim düşünceme göre müziği tecrübe etmek demek, varoluşunuzun farkındalığıyla yol almak demek.
Çocukluğunuzda organ ve keman çalmaya başlamıştınız. Şu an kaç enstrüman çalabiliyorsunuz?
Çoğu enstrümanı doğaçlama şekilde çalabiliyorum, ama muhtemelen insanlar dinlemekten hoşlanmayacaktır.
Elektronik seslere derin ilginizin başladığı 1990’ların son dönemi sizin için oldukça kritik önemdeydi. O dönem müzikte profesyonel bir kariyer inşa etmenize giden yoldaki önemli faktörler neydi?
Müzik serüvenimde birkaç farklı dönem geçirdim. Hepsinin hem hayatımda hem de müzikle kendimi ifade ediş biçimimde önemli izleri var. 90’ların ikinci yarısında özellikle The Orb, Orbital ve The Sound Of London gibi İngiliz sanatçıların müziklerinin etkisiyle dans etmeye ve partilemeye başlamıştım. Sonrasında alternatif techno ve trance müzikten de keyif almaya başladım. Bu periyodun bendeki en önemli yansımasının dansa olan tutkumu ortaya çıkarması ve dansın gerçek hakikate açılan müthiş bir kapı olduğuna güçlü inancımı sağlamlaştırması olduğunu söyleyebilirim.
Drumcode, Minus and Hypercolour ve R&S’in alt plak şirketi Apollo gibi müzik şirketlerinden dikkat çekici yapımlar ortaya koymanızın yanı sıra dünyanın pek çok noktasındaki kulüp ve festival etkinliklerinde müziğinizi aktif şekilde kitlelere ulaştırıyorsunuz. Performans sergilemek için gittiğiniz yerlerde sizi çok etkileyen ve halen hatırladığınız anlar neler?
Gittiğim her yerde benzer şekilde özel hissettiren bir şey görüyorum; var olma ve mevcudiyet. Sevgi, tutku ve güçlü bir iradeyle herhangi bir şeyi ele aldığımızda o şey hayat buluyor. Dans ettiğimizde, müzik çaldığımızda ya da herhangi bir şeyi sanatla ifade ettiğimizde meydana gelen bir mucize olduğunu düşünüyorum bunun. Dünyada bunu yakaladığını düşündüğüm birkaç festival var ve hem sanatçıları hem de ziyaretçileri kolektif bir mevcudiyet yaratma konusunda cesaretlendiriyorlar. Labyrinth, Freerotation, Waking Life ve Sacred Ground örnek gösterebileceğim birkaçı. Bu festivallere ne zaman gitsem bahsettiğim şeyi hissediyorum.
Çeşitli projelerinizi gerçekleştirdiğiniz markanız Circle of Live geçtiğimiz yıl hayat buldu. Markanız için gelecekteki önemli projeler neler?
Circle of Live, kendiliğindenlik ve doğallığı onurlandırma amacı güden, yalnızca canlı performansları içeren bir etkinlik serisi. Dünya genelinden 20 canlı performans sanatçısını davet ettim. Davetli sayısına her yıl birkaç sanatçı daha ekleniyor. Canlı performansları resmi birtakım formalitelerden arındırıyoruz. Böylece hem sanatçılar hem de dinleyiciler doğaçlamanın sınırlarını saf güzelliği içinde keşfediyor. Gelecekteki projelerden biri, tüm gece boyu sürecek doğaçlama jam session’lar, set saatleri önceden belli olmayan kolektif ve solo performansları bu konsepte dahil etmek. Sanatçılar ve dinleyiciler sürekli merakta kalıp anı yaşamaya devam edecek. Sanatçıların sahnede içsel ve karşılıklı güven ilişkisi tesis etmelerine olanak veren bir “alan” yaratmak istiyorum. Doğal şekilde kendilerini ifade edebilmelerine, bilinmeyene yolculukta gereken cesarete sahip olmalarına yardımcı olan bir alan. Biz sanatçıların sahnede her ne yapıyorsak bunun yeterli olduğuna inanmamızı, mutlaka olağanüstü bir şeyler ortaya koymamız gerekmediğinin bilincinde olmamızı arzu ediyorum. Kendimizi ifade ediş tarzımızın bir şekilde hayat bulduğu, dürüst ve bir o kadar da kendine has şekilde meydana gelecek bir paylaşım ortamına kendimizi hazırlamamız gerektiğine inanıyorum. Bu, dinleyicilere ilham veren bir potansiyel taşıdığı gibi dışavurumculuğu belirli bir sistematik içinde hayatımızın içinde konumlandırma imkanı da barındırıyor.
Kontra Musik’ten çıkan 'A place called • Inkonst' adlı yeni albümünüzü dinleyicilerinizle buluşturdunuz. 12 parçadan oluşan bu kapsamlı çalışmanın arkasındaki hikaye nedir?
Albümümün taşıdığı vizyon, canlı performans ekipmanlarımı ve kendimi birbirinden farklı lokasyonlardaki dinleyicilerin bakış açısına göre konumlandırma ve bu sayede doğaçlamaya yeni bir boyut kazandırma fikri üzerine şekillendi. Eminim hepimiz fiziksel, mental ve duygusal anlamda farklı boyutlarda her zaman geçiş halindeyiz. Bu boyutlar yaratıcı dışavurumculuk bağlamında birbirini nasıl etkiliyor, boyutlar dışavurumu nasıl, dışavurum boyutları nasıl etkiliyor gibi soruların peşine düştüm. Ekipmanımı Malmö’deki sıra dışı müzik ve sanat oluşumu Inkonst’a taşıdım ve orada keşif, jamming, doğaçlama ve hissetmeyle dolu 6 hafta geçirdim. Albüm tüm bunların sonucunda ortaya çıktı.
İstanbul’da daha önce birkaç farklı zamanda performanslarınız olmuştu. Türkiye’de İstanbul dışındaki şehirleri ziyaret edebildiniz mi? Türkiye’nin dans müziği ortamı ve dinleyici kitlesi hakkında neler düşünüyorsunuz?
Evet yıllar içinde Türkiye’ye birkaç muhteşem seyahatim olmuştu. Suma Beach çok özel bir yerdi benim için. Mathew Jonson ve The Mole’un da olduğu etkinlikte ben de çalmıştım, o geceden kalan güzel hatıralarım var. Dinleyici kitlesi ve Türk insanı kesinlikle müthiş. Tam anlamıyla harikasınız, yeniden sizlerle buluşmak için sabırsızlanıyorum.
Sanatçının 'A place called • Inkonst' isimli son albümünü dinleyin.