Melankoli ve coşku: Bicep rave’in duygusal ruhunu yansıtıyor
Bicep ile yetiştikleri Belfast’ı, ‘Isles’ isimli yeni albümlerini ve dans müziğinin özgürleştirici gücünü konuştuk
Yarı ve tam zamanlı rollerde yaratıcılığınızı işinize yansıtabileceğiniz harika bir ekibe katılmak istiyorsanız bu sayfayı ziyaret edin!
Geçen yıl Mart ayının başlarıydı. Bicep’ten Matt McBriar, 2020’nin önceki yıllar gibi olmayacağının farkına varmıştı. “Partnerimin kız kardeşi ve eşi ev arayışı içindeyken bir aylığına bize taşınmışlardı. İkisi de İngiliz Ulusal Sağlık Servisi’nde çalışıyordu…”
Sonrası, onların da dediği gibi tarihin ta kendisi. Ve tarih, McBriar’ın evinde hızlı yol kat edecekti.
“Bir gün COVID-19’u haberlerde ilk kez duyduk. Sonra iki hafta geçmemişti ki hepimiz koku ve tat alma duyularımızı kaybettik. Benimki bir hafta boyunca tamamen gitmişti. Yemek yerken duvar kağıdı yapıştırıcısı yiyormuş gibi hissediyordum. Hissedebildiğiniz tek şey tuz ve yiyeceğin dokusuydu. Hayatı sefil bir duruma dönüştürmüştü resmen. Kahve içmek sıcak köpük içmek gibiydi adeta, bira da parlak görünümlü sudan farksızdı.”
Bir an duraksadı ve şöyle devam etti: “Tüm bunlara rağmen kendimi görece iyi hissettiğim için şanslıydım. Evdeki pek işe koşturabiliyordum.”
McBriar ve Bicep’in bir diğer figürü Andy Ferguson ile Old Street’teki stüdyolarına Zoom ile bağlandık, uzun bir sohbet bizi bekliyordu.
Tanımayanlar için ikiliden uzun boylu olanın Matt, kısa olanın ise Andy olduğunu belirtmekte fayda var. Zira bazı basın fotoğraflarında bu fark göze çarpıyor, üstelik birbiriyle uyumsuz asık suratlı katiller gibi göründüklerini söyleyenler de var. Birlikte müzik yapma hikayelerinin başlangıcı, dans müziği etkinliklerini fotoğraflama geçmişlerine uzanan ikilideki Matt daha yüksek sesle konuşurken, Andy daha sakin bir konuşma tarzına sahip.
Gerçekte ikisi de arkadaş canlısı. İkilinin Londra Islington’daki stüdyolarına web kamerasıyla bağlanırken ilk dikkatimi çeken şey, birçok prodüksiyon ekipmanı ve synthesizer’ın mor bir neon ışık huzmeli arka plan boyunca oluşturduğu muhteşem görüntüydü. Üstüne üstlük bir köşede esrarengiz aydınlatmalı klavye raflarını görünce VH1: Behind The Music filminin denizaltında bir bölümünü çekiyormuş gibi göründüklerini söyledim.
Matt gülerek, “Gördüğün şey 90’ların ortalarındaki Max Power dergisi aydınlatması… Hakiki bir hard trance stüdyosu” şeklinde cevapladı.
Bicep’in bir araya gelmesi uzun bir geçmişe dayanan kişisel bağlara uzanıyor. Belfast’ta henüz çocukken birbirini tanıyan ikili, arkadaşlıklarını rugby, dans müziği ve yerel eğlence parklarında dayak yemekten kaçınma içgüdüsü etrafında geliştirdi. Okul yıllarında —Matt tasarım, Andy ise kimya mühendisliği eğitimi gördü— kısa bir ayrılıktan sonra, şimdi efsaneleşmiş olan Feel My Bicep blogunu kuran McBriar ve Ferguson ikilisi, platform aracılığıyla ilgi duydukları müziklere yaptıkları düzenlemeleri ve kendi DJ setlerini paylaşıyordu. Bu sayede zamanla yüzbinlerce sayıya ulaşan bir hayran kitlesi edindiler ve çok geçmeden prodüksiyonlarına ilgili duyan çeşitli plak şirketlerinin ilgisine maruz kaldılar. Tüm bu süreç, Bicep projesi ile aynı ismi taşıyan ve Ninja Tune’dan çıkan 2017 yapımı albümle sonuçlandı.
Albümün dans pistlerini ihmal etmeyen miksi, alışılmadık prodüksiyon stili ve barındırdığı duygusallık ikilinin önüne yepyeni bir yol açtı. Albümün devasa parçası “Glue”, Joe Wilson’ın ustaca hazırladığı klibinin de etkisiyle öylesine melankolik bir coşku yaratmıştı ki, kültürün doğuşuna şahitlik edemeyen yeni nesli nostaljik bir müzikaliteyle sarmalıyordu. Parçadan ayrıca 2. Aşk Yazı’nın rave savaşçıları tarafından övgüyle söz ediliyordu.
Videonun ve “Glue”nun yarattığı reaksiyona değinen Andy, yaşananları “İnsanlar ya kendi durumlarını müziğe, ya da müziği kendi o anki durumlarına yansıtıyor. ‘Glue’nun videosunu izleyip 2019’a ne kadar özlem duyduklarını söyleyen insanlar gibi. 2017’de hazırlanan video esasında 80’lerin ve 90’ların hissiyatıyla dolu” sözleriyle aktarıyor.
Videoya yapılan binlerce yorum arasında “Karantinada bunu izleyince ağlayasım geliyor”, “Beklediğimiz dönem yakında gelecek. Müziğiniz bana umut veriyor <3”, “Tekrar bu zamana geri dönmek için hangi aşı gerekiyorsa yaptıracağım” gibi paylaşımları görmek, “Glue”nun ortaya koyduğunu açıklamaya yetiyor.
Matt hemen araya girerek pandeminin geçen yıl hayatı değiştirdiği günlere sözü getiriyor: “Tüm temponun bir anda kesilmesi en zor şeydi. Karantinanın ilk haftası aynı zamanda Brixton Academy şovlarının da ilk haftasıydı.”
O2 Academy Brixton’da Mart 2020’deki söz konusu etkinlikler, biletleri dakikalar içinde tükenen ve bekleme listesinde 10 bin kişinin beklediği şovlardı. Bicep’in planladığı turnenin önemli bir ayağı olması planlanan Academy etkinliğinin iptali, bir domino taşı gibi devamındaki olumsuz haberleri peşi sıra getirdi.
Hükümet o sırada etkinlikleri iptal etmediği için kendilerinin kendi planlarını iptal etmek zorunda kaldığını belirten Andy, herhangi bir sigorta ödemesi almadıklarını, provalar için bir haftalığına kiraladıkları alanda birlikte çalıştıkları kişilerin ücretlerini ceplerinden verdiklerini söylüyor. Daha da önemlisi, Academy Brixton ve devamındaki iptal olan canlı şovlar, yeni Bicep albümünün döşenmekte olan taşlarını sağlamlaştıracaktı.
“Isles” albümü, ikilinin melankolik duygular barındıran müzikalitesinin, kaybedilmiş ve terk edilmiş şeylerin yarattığı acının yepyeni bir dışa vurumu. İkilinin büyüdükleri yerden ayrılmış olmalarının verdiği duygusal yük, albüme verilen isimde de kendini gösteriyor.
Matt, enstrümantal müzikle duyguları ifade etmenin zor olduğunu düşünüyor. “Isles” albümünün şekillendiği duygusal mantalitenin ve kullanılan müzikal öğelerin İrlanda teması etrafında oluştuğunu söyleyen Matt, “Sanırım aynı anda hem mutlu hem de üzgün olmak tam da bir İrlandalı davranışı. Dışarıda sert ve yağmurlu bir hava var ama sırf içeride sıcak ortamda olduğunuz için mutlu olmanız gibi bir şey. Bu bir tahmin ama, İrlanda, İskoçya ya da İskandinav ülkeleri gibi havanın korkunç olduğu bu coğrafyalardaki insanlar, etraflarındaki şeylere karşı acı-tatlı karışık biçimde yaklaşma eğilimi gösteriyor” ifadelerini kullanıyor.
Bu karışık duygulara Belfast’ın her yerinde, özellikle gençler arasında rastlamak mümkün. “Isles” albümü, McBriar ve Ferguson ikilisi için bu karmaşık duyguları ifade etme şansı yakaladıkları, yurtlarından uzakta yeni müzikal deneyimlere yelken açtıkları bir yapım işlevi görüyor.
Matt, kalabalık kitleleri tehlikeyle ilişkilendirdiğini hatırlıyor. Ancak koronavirüsün enfekte ettiği mekânlar nedeniyle değil, erken kulüp deneyimlerinden bunu anımsıyor: “Kalabalıkları o zamanlar yalnızca isyancılar bir araya geldiğinde ve futbol maçlarında görürdünüz. Kuzey İrlanda’da dışarıya çıkmak tehlikeli bir hâl almıştı. En azından Londra’da dışarıya çıkmaktan daha tehlikeliydi. Ama Belfast’ın efsanevi kulüplerinden Shine gibi yerlere gitmek bambaşka bir şeydi.”
Belfast’ın müzik evrenine değinerek sözü devralan Andy, geçmişte kentteki müziğin şimdikinden farklı olduğunu, geçmişte kente hakim olan müziğin çok enerjik olduğunu, trance müziğin de ortaya çıkmasına vesile olan 80’lerdeki değişimin bu farkta belirleyici olduğunu vurguluyor.
Kuzey İrlanda’nın muhafazakar yapısına dikkat çeken Matt, “O ortamda dans müziğini deneyimlemek, etkinliklere katılmak özgürlükçü bir atmosfer yaratıyordu” diyerek yetiştikleri coğrafyada dans müziğinin ne anlam ifade ettiğine işaret ediyor.
“Isles” albümünün ortaya çıkış süreci hakkında konuşurken kompozisyon ve besteleme süreçleri kadar hikâye anlatımının önemli bir bileşen olduğunu söyleyen Andy, bunun müziklerindeki yerini şöyle anlatıyor: “Müzikal anlamda çok ilerleme kaydettik. Piyanoyu veya müzik teorisini ele aldığımızda, ayrıca ortaya çıkardığımız tüm demoları düşündüğümüzde tüm önceliğimiz bunun ne anlatıyor olduğuna odaklanmak ve bu sesleri kullanarak bizim ne anlatmayı amaçladığımıza yoğunlaşmak. Bunların birbiriyle nasıl bağlandığını da önemsiyoruz. Müziğimizle anlatmak istediklerimiz konusunda oldukça kendimizden emin olduğumuz bir noktaya eriştik. Önceki prodüksiyonlarımızda bu noktada değildik belki de.”
Matt, zamanın bilhassa üzerinde çalışılan işi olgunlaştırmada çok önemli olduğunu düşünüyor: “Müziğinizin sizinle aynı şeyleri söylediğinden emin olmak ya da pozitif şekilde değişimini sağlamak için ona zaman tanımalısınız. Bazen eski parçalarımızı dinliyoruz ve gülmekten kendimizi alamıyoruz.”
Sözü devralan Andy, “Matt’in bahsettiği o parçalara kahkahayla gülüp geçiyoruz. İlk başlarda pek çok hata yaptığımızı düşünüyorum. Bir sonraki albüm/kısaçalar için parçaları bir an önce bitirmeye ve bununla durmadan bir kariyer inşa etme yoluna girişince böyle bir durum ortaya çıkıyor. Ama o çalışmaları piyasaya çıkardığınız zaman plak şirketiniz birkaç yıl boyunca onların tanıtımını yapacak, dolayısıyla turne programlarınızın da o müzik çalışmalarını temsil etmesi beklenecek. Şu an bir müzik çıkardığımız zaman bunu da dikkate alıyoruz. Çünkü bunu iki veya daha fazla yıl çalacaksak ve ortaya çıkan işten memnun değilsek, bu çok ciddi bir problem oluyor.”
“Isles” albüm hazırlıklarındaki bir parça üzerinde ikilinin son ana kadar yoğun tartışmalar yaşadığını Matt’ten öğreniyoruz: “O parçada bir şeylerin yanlış gittiğini biliyorduk. Ama yine de denemeler devam ederken ‘hayır bu çok iyi bir fikir, büyük parça olacak’ deyip duruyorduk. Ama bir noktadan sonra denemeler boğucu hale gelmeye başladı ve ‘ilerlemeye son versek nasıl olur’ diye içimizden geçirdik. O fikir üzerinde uğraşmayı bırakır bırakmaz rahat bir nefes alıp kendimize geldik.”
Bicep’in karantina dönemini bu şekilde geçirdiğini gözlemlemek güzel. Denizaltımsı sığınaklarında ağır ağır çıldırmaya yaklaştıkları, büyük hitleri üzerinde saatlerce süren ön çalışmalar yapmaktan bıkmayıp usanmadıkları bir süreç bu. İkili son ayların büyük çoğunluğunu canlı yayın projeleri Bicep Live Global Streams’i planlamaya ayırdı. İlki Eylül 2020’de yapılan yayını 70 ülkeden binlerce kişi izledi.
“Salgın rave”i şeklinde tanımlanabilecek yaz etkinliklerini gördükten sonra Bicep, yeni yılda büyük etkinliklerde çalmamak yönünde bir karar aldı. Karantina şartları hafifleyene kadar kararları daha küçük etkinlikler için de geçerli.
Çevrim içi yayın projeleri şimdilik Bicep için normal turne programının yerini tutuyor denebilir. Yaratıcılıklarını sergileyip sadık dinleyicileriyle iletişimde kalmaya bu yolla devam ediyorlar. Sıradaki yayınları 26 Şubat’ta Londra Saatchi Gallery’den naklen izleyicilerle buluşacak. Bu yayında daha önce duyulmamış çalışmalarının yer alacağının da müjdesini aldık.
Yeni albümlerindeki parçaların birçoğunu, bir sonraki gelecek albümleri için yeniden yazdıklarını söyleyen Andy, “Çıkış noktamız bu parçaları daha düşük tempolu ama aynı zamanda kulüp ortamına da gidecek şekilde geliştirmekti. Canlı yayınlar noktasında kendimizi zorlamak ve müziği adeta sil baştan yeniden yapmak cidden güzel oldu. Tasarım ekibi Black Box Echo’dan Zak Norman’ın görsel ve estetik yönden katkısı da yadsınamaz. Normalleşme sonrası canlı etkinlikler yapacağımız zaman bu başka bir seviyede olacak çünkü buna çok emek ve zaman harcadık. Üç yıllık zamanı kapsaması gereken bir işi altı aya sığdırdık” diyerek kriz aşıldıktan sonraki Bicep etkinliklerinin nasıl olacağıyla ilgili ipuçlarını şimdiden veriyor.
Son söz Matt’ten: “Gerçekten çok tuhaf bir his. Ancak müziği çalıp icra ettiğiniz zaman müzik farklı bir şekilde var oluyor. Sanki canlı çalınana kadar gerçek bir şey değilmiş gibi...”
Bicep’in yeni albümünü aşağıda dinleyebilir, canlı yayın serilerinin biletlerine buradan ulaşabilirsiniz.
#Frekans çalma listemizi Spotify'da takip edin.