Ara Menü
Ana Sayfa En Son Haberler Menü
Sanatçılar

Aydınlanma ve Enerji: Satori

“Kaotik bir çağda, yolumuzu bulma arayışının içine doğduk…”

  • RÖPORTAJ & VİDEO: OZAN TEZVARAN | ÇEVİRİ: EMRE ESKİHORAN | FOTOĞRAF: TIM BUITING
  • 16 Temmuz 2019

DGTL Amsterdam performansının hemen ardından buluşuyoruz Satori ile. Enerji ile olan bağını içselleştirerek müziğine yansıtan Hollandalı müzisyen sessiz anların ne kadar değerli olduğunu bize gösteriyor. Her kültürden tınılara rastlayabileceğiniz performansında seyirci için boşluk bırakıyor ve ilhamını globalleşen dünyanın tam da kendisinden alıyor. Müziğini etiketlerin belirlediği sınırların dışında tutan Satori yorgunluğunu atmak için zencefilli çayını söylüyor, sorularımızı en içten şekilde cevaplamaya başlıyor.

Aydınlanma ve enerjiyi içinde bulunduğumuz kaotik dönemlerde öne çıkaran müzikal yolculuğunuz nasıl başladı?

Müzikal yolcuğum… Aslında çok klasik bir hikaye, küçükken ablam bana bir gitar almıştı, evet bu cidden gerçek bir hikaye bu arada. Ben 12 yaşındayken country müzisyeni olan ablam bana gitar almıştı. Gitarı aldıktan sonra onun yaptıklarını yapmaya çalışıyor, o da bana akorları ve şarkı yapılarını gösteriyordu.

Daha o yaşlarda kendi bestelerimi yapıp, kederli aşk sözleri yazmaktan çok etkilenmiştim. O zamanlar daha önce aşık bile olmamıştım. Her neyse. Sadece duyduğum müziği kopyalamaya çalışıyordum.18-19 yaşlarımda epeyce bu konu üzerinde çalıştım. Şarkı söylüyordum, ablamla beraber kendi country parçalarımızı çalıyorduk.

Sonra burada, Amsterdam'da Awakenings Festivali’ne geldim ve Dave Clark'ı dinledim. Bir depoda iki bin insanın dans edip terleyerek ve Dave Clark'ın çaldığı techno müzik ile kendilerini kaybettiği dünya beni oldukça etkilemişti. Sanırım elektronik müzik ve rave partilerine başlangıcım böyle oldu. Toplanmış onca insanın kendilerini kaybettiklerini görmek çok güçlü bir etki bırakmıştı. Bir şekilde müziğin, kendini ona bıraktığında ortaya çıkan farklı bir yüzünü göstermişti. Sadece gözlerinizi kapatıyor ve kendinizi müziğe bırakıyorsunuz. Techno beni büyülemişti. Richie Hawtin, Luciano ve Sven Vath gibi isimlere hayran olduğum, minimal müziğin başlangıç zamanlarıydı.

Sonra kendi kendime müzik yapmaya başladım, bir müzik yazılımı indirdim ve bazı yerlerde bazı parçalar yayınladım. Ama kısa süre içinde enstrümanı özledim. Birlikte büyüdüğüm, kendi müziklerimi yazdığım bir gitarım vardı biliyorsunuz. Sadece kulüp ve DJ'ler için, kick, bass ve hi-hatlerden oluşan bir müzik yapmak istemedim, ki buna da tekno diyoruz. Harika olmasına rağmen bir şekilde bu beni tamamlayamadı. Enstrümanı, melodileri, sözleri ve hikayeleri özledim.

Parçalarınızda her kültüre ait müzikal elementler bulmak mümkün! Peki ya bu elementlere nasıl karar veriyorsunuz? İlhamınızı nereden alıyorsunuz?

Açıkçası bu soruyu sorduğun için çok mutlu oldum, çünkü biliyorsun ki benim müziğim yarattığımız bütün bu kapalı kutulardan, kültürel duvarlardan ve müzik tarzı kalıplarından kurtulmakla alakalı. Biz her zaman bir şeyleri kategorilendirmeye ihtiyaç duyuyoruz. Ailen, arkadaşların veya kültürün, ne olursa… Benim müziğimle yapmak istediğim şey tüm bu koyduğumuz sınırlardan ve kategorilerden kurtulmak.

Şimdilerde internet sayesinde dünyadaki her şey ile bağlantıdayız. Değil mi? Demek istediğim, tek bir tuşla Lübnan'daki birine mesaj atabiliyorum ve o da benimle kendi kültürü hakkında bir şeyler paylaşabiliyor. Dolayısıyla dünya ile oldukça bağlı bir haldeyiz. Benim için, artık belirli bir ülke ve kültüre bağlı kalmak mantıklı gelmiyor çünkü git gide büyük bir kabileye veya büyük bir gruba dönüşüyormuşuz gibi hissediyorum.

Benim yapmayı sevdiğim şey, müzikte kültürlerarası köprüleri bulmak.

Örneğin Balkan müziği hakkında konuştuk. Balkan müziği hem Türk müziği hem de İtalyan müziğinden çokça etkilenmiştir. Bundan dolayı bir Türkçe şarkıyı bir İtalyanca şarkı ile birleştirebilirim çünkü ortada coğrafi bir mantık var. Bu durumda, eğer birbirimize bu denli bağlıysak ve birbirimizi bu kadar etkiliyorsak ben neden tek bir kültüre bağlı kalmalıyım? Bu yüzden yapmayı sevdiğim şey seyahatlerimin, bulunduğum ülkelerin ve orada ettiğim sohbetlerin hikayelerini anlatmak.

Türkiye'deki öncesinde "tasavvuf ve sufiler" hakkında konuştuk, Haziran'da orayı ziyaret ettiğimde müziğim için onlardan bir şeyler alacağım. Bu, kelimenin tam anlamıyla benim hikayem aslında ve sen de bunun bir parçasısın, haksız mıyım? Çünkü bana o insanları sen tanıttın. Bu yüzden, neden belirli ülkenin kültürlerine ve sınırlarına bağlı kalmalıyım? Değil mi?

Bu arada, babam Sırbistanlı yani ben Balkan, Yunan ve Türk müzikleri ile büyüdüm. Annem ise Güney Afrikalı, bu yüzden bolca perküsyonları olan, Güney Afrika ruhani kabile müzikleri ile de beslendim ve orada techno'da bulamadığım, ya da kaçırdığım birçok bileşeni buldum.

Bu sayede, bir şekilde bu dünyaları bir araya getirmeye başladım. Techno'yu, rave'i ve o depoda bulunan binlerce insanı, dürüst ve kalpten gelen geleneksel müzikle bir araya getirdim. Bunu aşkla, yaşamla ya da siz ne isterseniz onunla bağdaştırabiliriz. Ben sadece bu iki dünyayı bir araya getirdim ve beni dinleyen insanların da bu geleneksel enstrümantasyonda gözlerini kapatıp deliler gibi dans etmeye ilgili olduklarını ve bu iki dünyanın en güzel noktalarıyla ilgilendiklerini fark ettim.

Milliyetçi bir insan değilim biliyorsunuz, ne Hollanda ne de Sırp kültürünün içindeyim. Çünkü ben öyle değilim, bir karışımım. Bu yüzden müziğimi de böyle bir karışım olarak görmek istiyorum. Ve bence hepimiz de böyle görmeliyiz.

Tüm bu sınır ve kültürlerden uzaklaşmalıyız. Gelenekler çok güzel ve belirli şeyler ile nostalji yaşamak harika ama buna bu denli sıkı sıkı bağlanmamak gerekli. Sonuç olarak keşfettiğim her şeyi harmonik bir şekilde karıştırmaya çalışıyorum.

Tüm bu basmakalıplara bağlı kalmadığınızı söyleyebilirsiniz, yine de hayattaki deneyimlerinizle müziğiniz de gelişiyor. Bir yere gidiyorsunuz, bir şeyler deneyimleyip bunu müziğinize katıyorsunuz.

Evet. Tam olarak öyle. Konuyu biraz daha müziğin teknik kısmına çekecek olursak, bugün canlı performansım vardı. Benim yaptığım müzik yavaş, techno ise hızlı bpm'ler olarak sınıflandırılıyor. Bugece sahnedeyken kullandığım cihazlarda bpm'i gördüğüm yerin üzerine bir bant yapıştırdım. Bpm'i görmek değil hissetmek istiyordum. Çalmam gereken hızda çalacaktım ve bir bant yardımıyla bunu yapmış oldum. Bu gece ne kadar hızlı çaldığıma dair hiçbir fikrim yok, sadece müziği takip etmeye devam ettim. Çünkü ben kolayca kendimi "Hayır hayır. Ben şu sıralar popüler olan daha yavaş bir müzik yapıyorum ve bpm'i arttırmamalıyım, 110 bpm'lerde kalıp daha yukarı çıkmamalıyım. Yoksa beni de techno çalan biri olarak görmeye başlayacaklar" derken bulabiliyorum.

Sadece içimden geleni yapıp bpm'in üzerini kapattım ve hislerimi takip ettim. Belki çok hızlıydı, belki de çok yavaş. Bilmiyorum. İşte bu da o bahsettiğim içine kolayca düşebildiğimiz sınıflandırma aslında. Eğitim de bunu yapıyor: "Ben psikoloji okudum bu yüzden ben psikoloğum ve şimdi bir psikolog gibi davranmam gerekiyor." Hayır. Tüm bu sınırlardan kurtulup ne hissediyorsan onu yap. Benim müziğimin içinde de bu fikir var. Bundan dolayı tek bir kültüre bağlı kalmayıp hislerimi takip ederek içimden gelen her şeyi birleştiriyorum.

Peki neden müziğin bu sınırları yıkma gücüne sahip olduğunu düşünüyorsunuz?

Bunu: "müzik evrensel bir dildir" gibi bir yanıtla çok klişe ve sıkıcı bir şekilde cevaplayabiliriz. Ama klasik müziğe, kağıda aktarılan notalara bakıp bir düşünün. Ne kadar güzeller değil mi? Çünkü kağıda yazılan müziğe baktığınızda dile ait herhangi bir alan bulamazsınız. Dünya'nın herhangi bir yerindeki bir müzisyen bunu okuyabilir. Demek istediğim şey bu ne kadar güçlü bir şey olduğu. Türkiye'den, Hollanda'dan yada Afrika'dan birisi olması farketmez, yazılan notaları herkes anlayabilir. Hiçbir dil, kültür veya dile ait alanla bağlantısı yok.

Yani müzik bir şekilde herkesin ortak diline olma gücüne sahiptir. Aynı zamanda, birçok bilim adamının kanıtladığı gibi, müzik beyninizin dilsel kısmı ile değil, duygularla ve içgüdülerle bağlantılı olan kısımlarla iletişime geçiyor. Bu yüzden, Türk kültürü ya da benim kültürüm hakkında fikri olmayan bir Afrika kabilesinin önünde de çalabilirim ve onları dans da ettirebilirim, çünkü beyinlerinin farklı bir bölgesi ile iletişime geçiyorum. Beyinlerinin duygu ve içgüdülerinin olduğu bölümüyle iletişime geçiyorum. Yani evet, müzik evrensel dil. Biraz klişe ama aslında gerçekten doğru.

Peki ya sizin için canlı bir performansı daha önemli kılan husus nedir?

Bunun gibi bir festivale geldiğiniz zaman biliyorsunuz ki her zaman ses olacaktır. Ama bir klasik müzik dinletisine giderseniz, orada sessizlik de vardır. Sessizlik müzikal bir yapıya dönüşür.

Canlı performanslarımda yapmayı sevdiğim şey de bu sessizlik anlarını bulmaya çalışıp ve onları müzikal bir şeye dönüştürmek. Bugün de bunu yapmaya çalıştım. Kalabalık alkışlamaya başladığında bu sessizliğin müzikal bir şey olarak algıladıklarını anlarsınız. Ama kalabalık konuşmaya başlayıp insanlar sana "Neler oluyor, neden bu sessizlik var?" diye bakmaya başladığında bir noktayı kaçırdıklarını anlıyorsunuz.

Ne zaman canlı çalsam kendimi bu sessizlik anlarını nasıl yakalayacağım hakkında soruların cevaplarını ararken buluyorum. Çünkü festival kültüründe her zaman ses var ve bana göre mükemmel bir canlı performans tıpkı bir orkestranın yapabileceği gibi 2000 kişiyi sessizliğe bürüyebilmeli.

Bu seneyle beraber DGTL’deki 5. performansına şahit olduk! Uzun zamandır bu festivalin bir parçası olarak, DGTL’in sana göre öne çıkan sebepleri nelerdir?

Bence şöyle, buraya geliyorsunuz ve Hollanda'nın ne kadar düzenli olduğunu görüyorsunuz. Tuvaletlerde sıra bile yok. İnsanların yürümelerinden, yiyecek almasına veya ceketlerini nereye asacaklarına kadar üzerinde epeyce düşünülerek organize edilmiş. Bunun haricinde iyi sanatçılara öncelik verilmesi de var.

Techno sahnesinde günümüzün en havalı techno sanatçıları varken House sahnesinde old school house müzikler çalıyor. İki tarafta da bu müzikleri gerçekten temsil eden DJ'ler ve sanatçılar sahne alıyor. Bu tam da Hollanda'ya özgü bir durum. Eğer Hollanda'ya bir kültür olarak bakarsanız çok kültürlülüğü görürsünüz.

Hollanda birçok kültürü bir araya getiren bir yer. Burada terör saldırılarının olmamasının sebebi: tüm bu din ve kültüre ait insanların birlikte çalışıp, herkesin birbirine saygı duyuyor olmasıdır. Biz tüm kültür ve dinlere saygı duyuyoruz. Biraz felsefi ama şu anda bile burada çok fazla müzik türü var, burada her şeyin harika olduğunu ve her şeyin birlikte ilerlediğini görebilirsiniz. En güzel festivallerden birinde çalıyor olmak benim için ayrıca güzel. Bu benim buradaki 5. performansım ve beni her seferinde çağırdıkları için gurur duyuyorum. Bundan gurur duyuyorum çünkü burada tüm bu güzel insanları bir araya getirerek harika bir iş çıkarıyorlar.

Suudi Arabistan'dan gelip benimle fotoğraf çektirmek isteyenlerle tanıştım. Ne kadar havalı değil mi? Suudi Arabistan'dan DGTL'e onca yol. Benim için DGTL'in gücü budur. Tüm dünyaya hitap ediyorlar, çünkü herkes buraya geliyor.Sevdiğiniz birçok müzik türü burada, aynı zamanda birçok altkültür de iç içe.

Heart Ibiza'daki resident DJ'liğiniz nasıl gerçekleşti?

Bu bana geçtiğimiz sene önerilmişti ama Ibiza'da residency alan bir başka DJ olmak istemedim. Biliyorsunuz ki Ibiza elektronik müzik için en önemli adalardan biri ve tüm yaz sezonun da herkes Ibiza'da neler olduğunu takip edecek. Harika, bu çok sayıda başarılı performans demek ama sahne almanız gereken çok sayıda etkinlik anlamına da geliyor.

Ibiza'da düzenli çalmak istemedim ve bir sene boyunca, yaptığım şeylerle bağlanlı olabilecek başka yaklaşımları aradım. Ve bir senenin sonunda onlarla konuşup, diğer etkinliklerden farklı ne yaparız diye beyin fırtınası yaparken sadece canlı performanslar düzenleyelim diye karar verdik. Çünkü, eğer bir düşünürseniz, canlı performanslar ve dans etmeye devam etmek benim için kulüp müziğinin geleceğidir.

“Bugünlerde çok fazla DJ var, herkes DJ olabilir, herkes bir DJ.”

Dolayısıyla, mesleğin değeri düşüyor çünkü piyasa biraz bunlara doymuş gibi. "DJ piyasası." Bu yüzden, canlı performanslar ve müzik grupları bizim geleceğimiz. Çünkü duruma otantik bir şeyler katıyorlar. Yani, canlı performanslarda DJ'lerin çaldığı gibi parçalar çalmazsınız. Bundan dolayı sadece canlı performanslar ve müzik grupları üzerinde karar kıldık. Sadece canlı performansların olduğu bir gece yalnızca Ibiza'da olmuyor. Çok çok az da olsa Dünya'nın bir yerlerinde bu oluyor. Bu ölçüde değil belki ama bir yerlerde olduğuna eminim. Bu yüzden, sadece canlı performanslara karar verdik ve yolumuza yepyeni bir şey eklemiş olduk.

Eğer birisi Satori'nin düşünce yapısını anlamak isteseydi, bu düşünce yapısına girmek için neleri okuması ya da dinlemesi gerekirdi?

Benim düşünce yapımı anlamak, Picasso’nun okuyabildiğiniz tüm kitaplarını okumak ve tüm belgesellerini izlemektir. Çünkü o iki farklı etkiyi karıştırıp birleştirmeyi çok severdi ve o benim için o tüm zamanların kahramanıdır.

Kübizmin başlama noktalarından birisi olan Afrika sanatına olan hayranlığı öylesine fazlaydı ki, çizdiği portrelerin yüzlerine Afrikalı kabile maskeleri koyardı. Ve tüm hayatı boyunca, "Dünya'da keşfettiğim tüm bu etkileri, bir dışa vurumcu olarak Afrika sanatından Kübizmle nasıl birleştirebilirim?" sorusunu sordu ve her şeyi birleştirdi. O, dünyadaki en çalışkan insanlardan biriydi.

Canlı performanslar ve izleyicilerden bahsetmişken, daha önce de konuştuğumuz gibi, Türk dinleyicisiyle aranızda özel bir bağ var. Türkiye'deki dinleyicilerine ne söylemek istersiniz? Aranızdaki bu iletişimi nasıl yorumluyorsunuz?

Türk dinleyicisi gerçekten Dünya'daki favori kitlelerimden birisi. Söyleyebileceğim tek şey "Teşekkür ederim" Yaptığım şeye bu kadar destek olduğunuz ve gösterilerime gelip her şeyinizi verdiğiniz için teşekkür ederim. Çünkü yaptıkları şey bu, benimle o sessiz moda da girmek istiyorlar ama patlama noktalarında da oradalar. Gerçekten çok inançlılar. Ve niye bilmiyorum bunu görünce utangaçlaşıyorum. Çünkü bu çok güzel ve.. neyse, bilemiyorum…

Spotify '#Turkuaz' çalma listemizi takip edin.

Sonraki yazýyý yükle
Yükleniyor...
Yükleniyor...